Yalnız Devrimciler Ali ve Ebuzer
Ebuzer cahiliye devrinde putlara tapmayan, Allah’a iman eden ve bir şekilde namaz kılan biriydi. Mekke halkından biri bir gün Ebuzer’e Mekke’de biri çıkmış senin gibi Allah’ın bir olduğunu ve kendisinin de Peygamber olduğunu söylüyor demişti.[1]
Ebuzer önce kardeşi Üneys’i Mekke’ye göndermişti, Peygamber olduğunu söyleyen bu adamla görüşmesi için. Kardeşi Mekke’ye gitmiş ve Peygamberimizin varlığını haber vermişti Ebu Zer’e. Ama aldığı haber Ebu Zer’i tatmin etmemişti. O bizzat gidip peygamberimizle tanışmak için Mekke’ye gelmişti.
Ebuzer Mekke’ye gelmişti ama kimseye Peygamberimizi soramamıştı. Kabe’de yatmış Zemzem suyundan içmiş böylece birkaç gün geçmişti.
Bir gün Hz. Ali, Kâbe’nin yanından geçerken, bir yabancı gözüne takıldı. Her halinden garip ve yabancı olduğunu anlaşılan Ebuzer’e
“Sen garip biri misin?” diye sormuş, O’da “Evet” demişti.
“Buyur, benimle gel, seni misafir edeyim” dedi Hz. Ali, Ebu Zer’de kabul etmişti bu daveti.
Ali ve Ebuzer dostluğu işte böyle başladı. Ebu Zer bir anlamda Hz. Ali’nin tevhidi mücadelesini tebliğinin bir ürünüdür. Tanımadığı o yabancıyı İslam ile vahiy ile tanıştırmak için evine davet etmişti Hz. Ali.
Bu ilk gecede pek bir şey konuşmadılar, o gün birbirlerine bir şey söylemediler, sadece birbirlerini tanımaya çalıştılar. Sabah olunca Ebu Zer hemen kalkıp yine Kâbe’ye gitmişti, belki Yeni Peygamber’i görebilirim! diye düşünüyordu.
Akşama kadar kimseye yine Peygamberimizi soramamış, Peygamberimizi de görememişti. Akşama yakın yine Hz. Ali gündüz boyunca takip edip gözlediği bu tanrı misafirinin yanına yaklaştı.
Ebuzer’in yine garip garip beklediğini görünce onu tekrar evine davet etti. Birlikte gittiler. Eve vardıklarında Hz. Ali misafirine
“Doğru söyle, seni buraya getiren bir şey olmalı! Sen bir şeyler arar gibisin” dedi.
“Gizli tutacağına söz verirsen söylerim” dedi Ebu Zer
Ve Hz. Ali’den eminlik sözü alınca “Bize burada birinin çıkıp Peygamberlik iddia ettiği haberi ulaştı. Ondan haber getirmesi için kardeşimi gönderdim. Ancak kardeşimin getirdiği haber beni tatmin etmediği gibi, bu zata karşı merakımı daha da artırdı. Bunun için bizzat gelip onunla görüşmek ve konuşmak istedim” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali “Şüphesiz, sen tam aradığının içine düştün! Ben de onun yanına gideceğim. Sen arkamdan gel. Beni takip ederek onun huzuruna girersin. Yalnız ben yolda sana zarar verecek bir durum görürsem, ayakkabımı düzeltir gibi bir duvara yönelirim. Sen de durmaksızın ilerlersin” dedi.
Ve Ebu Zer, Hz. Ali’nin peşine takılıp gitti. Allah resulünün evine yaklaştılar. Hz. Ali önden, Ebu Zer de arkadan takip etti ve içeri girdiler.
Ebu Zer Peygamber’i görür görmez ona hayretle baktı ve Allah’ın selamı ile selamlayarak “Bana İslam’ın ne olduğunu anlat” dedi. Peygamberimiz önce sen kimsin deyip Ebu Zer’in kim olduğunu örendikten sonra kendisine vahiy edilen dini anlattı.
“İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahadet etmen ve namaz kılmandır” dedi ve tevhidin gerçekliğine dair bir çok şey söyledi.
Ebu Zer oracıkta Müslüman oldu. [2]
Ebu Zer’in İçi içine sığmıyordu. Sanki dünyaya meydan okuyacaktı. Duyduğu hakikati kâinata haykırmak, her önüne gelene İslam’ı tebliğ etmek istiyordu. Peygamberimiz ona tedbirli olması tavsiye etti. “Ey Ebu Zer! Bu işi şimdilik gizli tut. Memleketine dön. Bizim ortaya çıktığımızı haber aldığında döner, gelirsin.” Dedi.
Ebu Zer, “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bu hakikati Müslüman olduğumu açıklamak istiyorum” dedi.
Ve Ebu Zer Allah Resulü’nün Mekkeliler sana zarar verir uyarılarına rağmen versinler deiyerek, Kâbe’de Kureyş müşriklerinin toplu bulunduğu yerde, “Ey Kureyş cemaati! Beni dinleyin. Biliniz ki, ben Ebu Zer, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna kesin olarak şahadet ediyorum” diyerek imanını ilan etti.
Bu meydan okuyuşu duyan müşrikler, ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla Ebu Zer’in üzerine saldırdılar, ta ki Peygamberimizin amcası Abbas’ın, Kureyş’e, “Ne yapıyorsunuz? Dövdüğünüz bu zat, sizin ticaret yolunuz üzerindeki Gıfar kabilesindendir.” Deyinceye kadar ona eziyet ettiler ve dövdüler. [3]
Ebu Zer bundan sonra Medine civarındaki Gıfar yurduna döndü.
Hz. Ali Müslüman olmasına vesile olduğu, misafirini yolcu ederken, Ebu Zer ile çok iyi dost olacaklarını, yalnızlık kaderlerinin ortak olacağını belki de bilmiyordu.
“Bu âlemde insana eziyet veren onun yalnızlığıdır” der, Ali Şeriati. Ebu Zer’e ‘yalnızlık zor değil mi’ dediklerinde ‘İnsanlar daha zor’ demişti. Ebu Zer yalnızlığı tercih etmişti. Ali’nin yalnızlığı ise tercih ettiği bir yalnızlık değildi.
Ali Peygamberimizin vefatından sonra, sevgili eşi Hz. Fatıma’da vefat edince kendini yalnız hissetmişti. Etrafında binlerce dostu varken de Ali yalnızdı. Çünkü insanlar Ali’yi ve Ali’nin adalet anlayışını anlayamamışlardı.
Hz. Ali Nehcül Belaga’da şöyle der; “Bir topluluğa düştüm ki emrettim mi itaat etmezler, davet ettim mi kabulden sakınırlar. Babasızlar, Allah’ın yardımı için ne bekliyorsunuz? Sizi bir araya toplayan bir dininiz yok mu? Sizi sarsan bir gayretiniz himmetiniz yok mu? Aranızda durmuş feryat ediyor yardım diliyorum, sizler sözlerimi dinlemiyorsunuz, emrime itaat etmiyorsunuz. Sonunda kötü olayların ortaya çıkacağını göreceksiniz.”[4]
Yine Şeriati’nin ifadesi ile söylersek, “Aslında insan yalnız bir varlıktır. Tüm kıssalarda, insanla ilgili tüm mitolojilerde, tüm beşerî dinlerde, insanın yalnızlığı tarih boyunca muhtelif şekillerde ve çeşitli dillerde ifade edilmiştir: Bundan daha acı verici olansa Ali’nin kendisine âşık olan taraftarları arasında bile yalnız olmasıdır. O, aşklarını, hislerini, kültürlerini ve tarihlerini kendisine yönelten ümmeti arasında da yalnız. Ona büyük bir kahraman, mitolojik bir tanrı gibi bakıyorlar; ama tanımıyorlar, kim olduğunu, derdinin, sözünün ve ıstırabının ne olduğunu ve neden sustuğunu bilmiyorlar.”[5]
Ali ve Ebu Zer iki yalnız devrimci idi. Ebu Zer Muaviye’nin haksız uygulamalarını eleştirdiği için Rebeze’ye sürgüne gönderilmişti. Orada yalnız başına vefat etmişti. Yanında sadece eşi vardı. Ebu Zer Rebeze’ye sürgüne gönderilirken Hz. Ali onu uğurlamış ve şöyle demişti; “Ey Ebu Zer sen Allah için kızdın. Kendisi için kızdığın kimseye ümit bağla. Bu kavim ise dünyası için senden korktu. Sana ancak hak arkadaş olur. Senden yalnız batıl kaçar.”[6]
Ali ise insanlar içinde yalnızdı.