Sude, Kahraman Bir Kadın

0
Tarihte eşi-benzeri az görülmüş taş yürekli, gaddar ve acımasız bir adam olan Muaviye’nin ordu komutanı Busr b. Ertat, İmam Ali’ye (a.s) olan katı düşmanlığıyla ün yapmıştı.

    

Hz. Ali (a.s) ve Muaviye’nin orduları arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı sona ermişti. Bu savaşta Muaviye ordusunun kesin bir yenilgiyle karşılaşması üzerine Muaviye, askerlerinin Kur’ân’ı mızraklara vurarak barış istemelerini emretmiş ve sonra da Hz Ali’nin (a.s) ordusundaki bazı nüfuzlu kişilerin cahilliğinden yararlanarak bir dizi komplo ve hilelerle bu savaşın sonuçsuz kalmasını sağlamıştı. Bunun üzerine her iki ordu kendi yerlerine geri çekilmişlerdi.

İşte bu savaştan sonra Muaviye, Busr b. Ertat’ı 30 bin kişilik bir ordunun başına getirerek onu Hz. Ali’nin hâkimiyeti altında bulunan Hicaz ve Yemen’e saldırmakla görevlendirdi. Muaviye, Busr’dan bu bölgelerde karşılaştığı Ali dostlarını öldürmesini, onların mallarını yağmalamasını ve bu hususta onların küçüğüne de, büyüğüne de acımamasını istemişti.

   Busr, ilk önce Medine’ye, sonra Mekke’ye ve daha sonra Yemen’e saldırdı. Gittiği her yerde Hz. Ali’nin tanınmış Şiîlerini acımasızca öldürüyor ve elinden gelen her türlü zulüm ve eziyeti yapmaktan geri kalmıyordu. Busr, sadece beş gün içinde, yolu üzerinde bulunan yerleri yakarak Muaviye’nin zulme dayalı hâkimiyetine boyun eğmedikleri ve Hz. Ali’nin (a.s) dostu oldukları için 30 bin kişiyi katletti.

Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra, İslâm dünyasının rakipsiz hükümranı durumuna gelen Muaviye, artık kimseden çekinmeden istediği cinayeti rahatça işliyordu. Muaviye’nin bu dönemindeki hunharca kararlarından biri, vahşet sembolü olan Busr bin Ertat’ı Kûfe’nin etrafında yerleşip yaşayan aslen Yemenli Hemdan kabilesine vali olarak tayin etmesi oldu.

Bu kabile, Hz. Ali’nin (a.s) Şiası ve dostları olarak tanınıyordu. Zaten bunlar, Hz. Ali’nin şahsında İslâm’ı tanıdıkları için manevî hayatlarını ona borçluydular. Peygamber (s.a.a) tarafından Yemen’e tebliğ için gönderildiği dönemde Hz. Ali’nin (a.s) İslâm’ı onlara sunması sonucu bir günde hepsi Müslüman olmuştu. O günden bu yana bu kabilenin kadınlı erkekli tüm fertleri, diğer Yemen halkı gibi, Hz. Ali’nin samimî Şiîlerinden sayılıyorlardı.

 

Bu kabilenin İslâm’ı kabul edişlerinden Muaviye’nin dönemine kadar geçen kısa süre zarfında İslâm’a çok parlak hizmetleri olmuştur. Üveys (Veysel) Karanî, Malik Eşter, Kumeyl b. Ziyad ve Haris Hemdanî gibi şahsiyetler de bu kabileye mensuptular.Busr b. Ertat, bu kabilenin arasına vali sıfatıyla geldiğinde, Hz. Ali ve onun Şiîlerine karşı taşıdığı kin ve nefret duygusu yüzünden ve bu kabilenin Hz. Ali’ye (a.s) beslediği muhabbeti bildiği için gayri insanî ve acımasız çehresini gizlemeye çalışmadan onlara karşı her türlü cinayeti işlemekten geri kalmadı. Busr, bir yandan ağır vergiler altında onları ezmeye çalıştığı gibi, en ufak bir itirazda bulunanı da vahşice öldürterek tüm mal varlığına el koyuyordu.

     Hemdan kabilesi, başlangıçta bu canî adamın Muaviye tarafından tüm yetkilerle vali sıfatıyla gönderildiğine itiraz ettilerse de, çok geçmeden başka bir seçenek ve çarelerinin olmadığının farkına vararak artık şikâyetten vazgeçip sabır ve tahammül yolunu seçtiler. Umre kızı Sude, Hemdan kabilesine mensup, gönlü Hz. Ali’nin (a.s) muhabbetiyle dolu, cesaretli ve konuşkan bir kadındı.O, Hemdan kabilesinde Busr’un cinayetlerine karşı direnecek bir yiğidin kalmadığını görünce, bizzat kendisinin elinden geleni yapmasının zamanı geldiğini düşündü ve bütün bu zulümlerin asıl merkezi olan Muaviye’ye itirazda bulunmaya karar verdi.

 

     Şam’a giderek Muaviye ile görüşmek istediğini bildirdi.

Muaviye, Sude’nin ismini duyar duymaz onu tanıdı ve girişi için izin verdi. Muaviye öteden beri bu kahraman kadına karşı kin ve nefret duygusunu kalbinde taşıyor ve ondan öç almak için bir fırsat arıyordu. Sude, Sıffin Savaşı’na katılmış ve Hz. Ali’nin (a.s) askerleri olan oğullarını savaşa teşvik için etkileyici şiirler okumuştu. Muaviye, bu şiirleri hatırlayarak kendi kendine o şiirin bazı mısralarını mırıldanmaya başladı.

Sude, saraya girip Muaviye’nin karşısına dikilince de, ona konuşma fırsatı vermeden; “Ey Sude, şu şiirleri okuyan sen miydin?” dedi ve o şiirleri okumaya başladı:

 

“Ey Ammare’nin oğlu! Savaş meydanında düşmanla karşılaştığında

Şecaatli baban gibi düşman ordularına bir anda saldır!

Ali ve Hüseyin cephesine destek ol!

Ciğer yiyen Hind’in oğlu Muaviye’nin burnunu yere sür!

Önderimiz Muhammed Peygamber’in kardeşi Alidir.

O, halkın hidayet bayrağını taşıyandır; iman kalesidir.

Ey oğul! Orduyu arkada bırak ön safta yer al!

Yalın ve keskin kılıçla düşmana saldır; savaş!”

  Sude hiç çekinmeden; “Evet, bu şiirleri ben söyledim.” dedi, sonra şöyle devam etti: “Ben haktan vazgeçmiş ve söylediğim hak söz için özür dileyecek biri değilim.”

Muaviye: “Sıffin Savaşı’nda bu coşkulu şiirleri söyleyerek Ali’nin ordusunu bize karış kışkırtmaktan maksadın neydi?”

  Sude: “Hz. Ali’ye karşı kalbimde taşıdığım muhabbet ve hakka bağlılıktan dolayı bunları söyledim.”

   Muaviye, belki de böyle bir cevabı beklemediği için ne dediğini şaşırarak; “Ben Allah’a yemin ederim ki Ali’ye bağlılık ve muhabbetten bir iz sende yoktur.” diye karşılık verdi.

Sude bu tartışmanın boşuna uzayacağını görünce; “Ey Muaviye, Sıffin Savaşı bitmiştir; artık Allah hakkına, geçmişi konuşup hatırlamaktan vazgeç.” dedi.

Muaviye: “Hayır! Ben geçmişi unutacak birisi değilim. Senin yaptıklarını ve Ali ile ilgili olayları unutamam.”

     Sude: “Ben senin geçmişi unutacağını söylemiyorum. Benim başka bir hedef için buraya kadar geldiğimi söylemek istiyorum.”

Muaviye: “Söyle, niçin geldin?”

     Sude: “Ey Muaviye, şimdi halkın yönetimi senin elindedir. Yarın kıyamette halkın haklarını çiğnediğin için Allah’ın seni sorguya çekeceğini hiç düşünmüyor musun? Ey Muaviye, bize gönderdiğin valilerin, yalanlarıyla seni aldatıyor ve senden aldıkları güçle sürekli bize zulmediyorlar. Buğday başakları gibi bizi biçiyor ve bize hayat hakkı tanımıyorlar. En son vali olarak gönderdiğin bu kişi, Ertat oğlu Busr, bizim içimize geldiğinden beri, yiğitlerimizi katletmekte ve mallarımızı da zorla yağmalamaktadır. Eğer seni gözetmek istemeseydik, topluca başkaldırarak onun haddini kendisine bildirirdik. Ben buraya gelerek onun hakkındaki şikâyetimizi sana iletmeyi düşündüm. Eğer onu işinden alırsan, sana teşekkür ederiz; ama bunu yapmazsan, seni iyice tanımış oluruz.” dedi.

Muaviye dayanamayarak: “Ey Sude!” dedi, “Beni tehdit etmeye bile kalkıştın. Kabilenin topluca başkaldırmasıyla beni korkutmak mı istiyorsun? Şimdi bunca küstahlığına karşılık seni eli ayağı bağlı olarak bir deveye bindirip Busr b. Ertat’ın yanına götürmelerini emredeceğim. O nasıl isterse, sana öyle davranır.”

Sude, bu sözleri duyunca başını yere dikerek biraz öylece kaldı. Sonra ağlar vaziyette başını kaldırıp kendi kendine şu şiirleri okumaya başladı:

“Hakk’ın selâmı o engin ruha olsun ki toprağa verilmesiyle gerçekte adalet de onunla birlikte gömüldü.

O, hak ve adalet çizgisinden asla ayrılamayacağına dair Hakk’a yemin etmişti ve de asla adaletten ayrılmadı.”

Muaviye: “Kimden bahsediyorsun?”

   Sude: “Ali b. Ebu Talib’den.” diye cevap verdi.

   Muaviye: “Neden Ali’yi hatırladın?”

   Sude: “Hz. Ali ile ilgili bir olayı hatırladım. Bir yıl Hz. Ali, zekâtları toplamak için kabilemize bir memur göndermişti. Bu adamın bize karşı tutumu sert ve insafsızcaydı. Ben, dayanamayarak Hz. Ali’nin yanına şikâyet için gittim. Ulaştığımda Hz. Ali namaza başlamak üzereydi. Ama beni görünce ve halktan birinin şikâyet için huzuruna gelmek istediğini anlayınca, namaza başlamadı ve beni kabul etti. Sonra tam bir şefkatle; ‘Bir ihtiyacın mı var?’ diye sordu.”

“Evet.” dedim, “Bizim kabileye gönderdiğin memur, bize haksızlık ediyor; onu şikâyet etmek için buraya geldim.”

“Hz. Ali, benim sözlerimi duyunca ağlamaya başladı ve sonra ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi: ‘Allah’ım, ben bu hatakâr görevlilere, halka haksızlık yapmaları, hak ve adalet çizgisinden çıkmaları hususunda asla izin vermedim.’ Sonra cebinden bir deri parçası çıkarıp üzerine şu şöyle yazdı:”    

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. ‘Size Rabb’inizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü tartıyı tam yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz, bunlar sizin için daha hayırlıdır.’ (A’raf: 85)‘Eğer mümin iseniz, Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.’ (Hud: 86)

“Mektubun sonuna da şöyle yazdı: ‘Bu mektup sana ulaştığında yerine bir başkasını tayin edinceye ve gelip elindeki malları senden devir alıncaya kadar elinde bulunan beytülmali koru.’ ”

Hz. Ali gerçekte bu mektupla o adamı görevden aldı.

Muaviye bu olayı duyunca kâtibine; “Bu kadına bir emir yazarak Busr b. Ertat’ın onun hakkında insaf ve adaletle davranmasını iste.” dedi.

Sude: “Bu emri sadece benim için mi yazıyorsun, yoksa kabilem de bunda ortak mı?”

Muaviye: “Bu, sadece senin içindir.” dedi.

     Sude: “Böyle bir emri kabul etmek benim için utanç vesilesi ve ayıptır. Eğer herkesin hakkında geçerli olacak adilane bir emir çıkarırsan, kabul ederim; aksi takdirde bırak ben de kabilemin kaderinde onlarla ortak olayım.” dedi

Muaviye: “Bu durum karşısında kâtibine; “Yaz ki, buna ve kabilesine dokunmasınlar ve bunlardan alınan mallar geri verilsin.” dedi.

Sonra şaşkınlıkla Sude’ye bakarak sözlerine şunları da ekledi:

“Ali’nin sözleri sizleri ne kadar güçlendirmiş, cesaretlendirmiş ki benim huzurumda çekinmeden böylesine konuşuyorsunuz.” [1]

 

MURTAZA MUTAHHARi