Şiiler Neden Her Yerde Emperyalizmin Hedef Tahtasında?

0

Nijerya’da şeyh İbrahim Zakzaki ve Şii Müslümanlara karşı işlenen ve yaklaşık iki bin kişinin şehit olduğu katliam maalesef Türkiye medyası ve kamuoyunda haber olmayı bile başaramadı. Yine Türkiye’de haber olmayı başaramayan, İmam Hüseyin (a.s) için düzenlediği bir matem meclisi sonrası Mısır’da cemaati ile beraber linç edilen Allame Şahate’nin kanı ise henüz kurumuş değil. Ayetullah Nemr, Suud hükümeti tarafından idama mahkum edilmiş ve en korkunç şartlarda hapiste tutulmakta. İnsani erdem ve ilkeleri savunusundan dolayı Şeyh Ali Selman Bahreyn ve başörtüsü gibi İslami değerlerin mücadelesini verdiğinden Hacı Taleh Bakırov ve çok sayıda alim Azerbaycan zindanlarında…

Allah’ın adıyla

Nijerya’da şeyh İbrahim Zakzaki ve Şii Müslümanlara karşı işlenen ve yaklaşık iki bin kişinin şehit olduğu katliam maalesef Türkiye medyası ve kamuoyunda haber olmayı bile başaramadı. Yine Türkiye’de haber olmayı başaramayan, İmam Hüseyin (a.s) için düzenlediği bir matem meclisi sonrası Mısır’da cemaati ile beraber linç edilen Allame Şahate’nin kanı ise henüz kurumuş değil. Ayetullah Nemr, Suud hükümeti tarafından idama mahkum edilmiş ve en korkunç şartlarda hapiste tutulmakta. İnsani erdem ve ilkeleri savunusundan dolayı Şeyh Ali Selman Bahreyn ve başörtüsü gibi İslami değerlerin mücadelesini verdiğinden Hacı Taleh Bakırov ve çok sayıda alim Azerbaycan zindanlarında…

Biraz geriye doğru gitsek, Musa Sadr, Muhammed Bakır Sadr, Muhammed Hekim ve daha birçokları suikast edilmişler.
Şu ana kadar bahsi geçen şahsiyetlerin ortak özellikleri nedir? İstisnasız hepsi alim, abid ve mütefekkir kişilikler. Kendi toplumlarına dinsel, kültürel, sosyal ve siyasal olarak erdem ve fazilette öncülük etmişler. Asla teröre bulaşmamışlar. Zerre kadar zulüm işlememişler. Şiddete el sürmemişler. İlim, irfan ve ahlakı kuşanmışlar. Zulme, sömürüye ve tasalluta itiraz etmişler. İslami ve insani değerleri savunmuşlar… Belirleyici diğer bir ortak özellikleri ise hepsinin “Ehl-i Beyt Mektebi” müntesibi olması.

İşte bu nokta da insan şu soruyu sormadan edemiyor. Peki, niçin tüm coğrafyalarda Şii Müslüman toplumlar ve onların kanaat önderleri hedefte?

Şii Müslüman ve kanaat önderlerini emperyalizm, siyonizm ve vahhabizmin hedefi haline getiren nedenleri irdelemek, dünyayı ve olup biteni anlamak için mutlak olarak ele alınması, tahlil edilmesi gereken bir konudur.

1- Dünyayı “tarih felsefesi” ile okuyabilme ve tarihi güncele uyarlayabilme. Şii Müslümanların en temel özelliklerinden biri tarih serüvenini “hak-batıl mücadelesi”nin sahnesi olarak görebilmeleridir. Şii Müslümanlar gerek Kur’an-ı Kerim’de kıssa edilen vakaları ve gerekse ilk dönem İslam tarihinde gerçekleşen olayları ve bu olayların kahramanlarını zamana uyarlama bilgi ve becerisine sahiptirler.

Şii Müslümanlar açısından “Musa ve Firavun, İbrahim ve Nemrut” veya “İmam Ali ve Muaviyeİmam Hüseyin ve Yezid” sadece tarihin sayfaları arasında kalmış şahsiyetler değildir. Bu kişilikler semboldür. Bu şahsiyetlerin taşıdıkları mana ve sembolize ettikleri değerler, farklı vücutlarda tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda geçerlidir. Şii Müslümanlar açısından Musa da yaşamaktadır, Firavun da… Ve İmam Hüseyin de hayattadır, Yezid de…

2- Sömürü, zulüm ve sulta sistemlerine karşı duruş. Şii Müslümanlar açısından “Adalet” bir iman esasıdır. Ve yine Şii Müslümanların en büyük arzusu “İmam Mehdi (a.f)” öncülüğünde “mutlak adalet devleti”ni tesis etmektir. Bu vesile ile zulüm, sömürü, sulta ve tahakkümün her türüne ilkesel olarak karşıdırlar.

Şii Müslümanlar, bugün “emperyalizm”in kalesi ve kalbi olarak ta Amerika’yı görmekteler. Amerika, zamanın Firavun devletidir. İmam Humeyni (r.a)’nin teşhisi ile Amerika “Büyük Şeytan”dır. Dolayısıyla iman ve ibadetin makbuliyeti için “şeytanla mücadele etmek ve ona karşı olmak” elzem şarttır. Şeytanla iş tutmak, ona yandaş ve hele uşak olmak sadece siyasi bir mesele değildir.! “Hak-batıl” mücadelesinde öncelikle doğru safta olmalısınız. Yoksa her türden inanç ve ameliniz boşa çıkacaktır!

3- Gasıp Siyonist rejimi tanımama ve Filistin davasını kutsal bilme. Tarihi “hak-batıl mücadelesi”nin süreci ve yeryüzünü bu mücadelenin sahnesi olarak gören Şii Müslümanlar açısından bugün Müslüman ve mustazafların mücadelesi bir bütündür. Ve bu mücadelenin ana cephesi “Filistin”dir. İsrail, gayrimeşru ve gasıp siyonist bir rejimdir. Gerek İslam dünyasının ve gerekse tüm coğrafyanın dertlerinin ana müsebbibi “siyonizm” ve onun vücut bulmuş şekli İsrail’dir.

Şii Müslümanlar açısından gasıp siyonist rejime uzlaşı elini uzatmak ve hele onunla anlaşmak, uzlaşmak zillettir. İslam’a ve Müslümanlara ihanettir. İran İslam İnkılabı önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, uluslararası toplumun önünde: “İsrail bir kanser tümörüdür ve haritadan silinmelidir!” demekten çekinmemiştir. İmam Humeyni (r.a)’de: “İslam’ın, Kur’an-ı Kerim ve şanı yüce Peygamberimizin asıl düşmanı süper güçler, bilhassa Amerika’yla onun şirret çocuğu İsrail’dir” diyerek Şii Müslümanlar açısından konunun önem ve hassasiyetini aşikar etmiştir.

4- İslam İnkılabı’nın dünya güç dengesini değiştirmesi ve Rehber Hamanei’nin varlığı. İmam Humeyni (r.a) eliyle bin dokuz yüz yetmiş dokuzda gerçekleşen İslam İnkılabı, aradan geçen otuz küsur yıllık zaman içerisinde dünya siyasi arenasında bir güç dengesi olmayı başarmıştır. Ve İslam İnkılabı bugün yeryüzünün doğusundan batısına hükmeden sömürü ve sulta düzeninin yegane alternatifidir. Emperyalizm ve siyonizm ile ontolojik (varoluşsal) mücadele eden tek güç İslam İnkılabı’dır.

Her türlü baskı, ambargo, anti-propaganda, hile ve desiseye rağmen İslam İnkılabı dünyada hangi din ve etnik kökenden olursa olsun mazlum ve mustazaflara ümit kaynağı olmayı başarmıştır. Onlara ruh ve direniş aşılamakta, direnç vermekte.

İslam inkılabı tüm Müslüman, mazlum ve mustazaf toplumların devrimi olmakla birlikte bir hakikat var ki, bugün İslam İnkılabı etrafında haleler oluşturan ve Rehber Hamanei’nin ne türden bir nimet olduğunu fark ederek kadir kıymet bilenler daha ziyade Şii Müslümanlar. Doğal olarak bu gerçeklik İslam İnkılabı’nın ontolojik düşmanı olan emperyalizm ve siyonizmi (ve onların tetikçisi vahhabizmi) harekete geçiriyor…

5- “Vahdet”i inançsal ve ilkesel olarak içselleştirmiş ve savunuyor olmaları. Emperyalizm ve siyonizmin İslam dünyasında sahnelemek istedikleri en büyük oyun hiç kuşkusuz “mezhep savaşları”dır. MOSSAD, CIA ve MI6 başta olmak üzere nice gizli servisler ve kurumlar devasa bütçelerle bu işin peşindeler. İşin doğrusu Vahhabizm’i formatlayarak (IŞİD – Kaide – Taliban – Nusra – Boko Haram – Şebab vs. örgütlerle) bunun bir ayağını da inşa etmiş durumdalar.
Ancak nice bedeller ödemelerine ve nice acılar çekmelerine rağmen Şii Müslümanlar hiçbir zaman bu tefrika ve oyuna alet olmuyorlar. Her zaman vahdeti savunuyorlar. Üstelik bu savunu politik ve pragmatik de değil. İlkesel ve inançsal.

Uzakdoğu’dan Afrika’ya emperyalizm ve siyonizmin planları önündeki en büyük engel Şii Müslümanlardır. Zira bölgesel birçok yönetim, hükümet, kurum ve kuruluş ya Amerika ve İsrail ile beraber hareket ediyor ya da onlara yandaşlık yapıyor. Bugün BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla inşa edilmeye çalışılan “Büyük İsrail Projesi” sekteye uğramışsa bunda en büyük pay Şii Müslümanlarındır.

Şii Müslümanlar, coğrafya ve dünyayı okurken asla “mezhep ya da ulus” kıstasları ile hareket etmemekte tüm Müslümanların ve hatta tüm mazlumların lehine hareket etmektedir. Evrensel değerler ve evrensel bir bakış açısı ile olup bitenlere yaklaşmaktadırlar. Bu yaklaşım ve bakış açısının “emperyalizm, siyonizm ve vahhabizm”i kudurtuyor olması şaşılacak bir durum değildir…

Bizim irdelediğimiz bu beş maddeye ek yapmak ve yeni sözler söylemek besbelli ki mümkündür. Ancak bizim makalemizin hacmi şimdilik bu kadarına müsaade etmektedir.

Ancak burada cevap aramamız gereken bir soru daha var. “Özelde Türkiye İslamcılığı ama genelde İslam dünyası ve hatta “insan hakları ve demokrasi” sözlerini diline pelesenk etmiş Batı dünyası, Şii Müslümanlara dönük katliamlara niçin kayıtsız ve tepkisizler?”

Batı Medeniyeti (Avrupa ve Kuzey Amerika) tüm bileşenleri ile nihayetinde emperyalizmin parçası ve siyonizmim hamileridir. Onların ikiyüzlülüğünü anlamak mümkündür. Fakat “Müminler ancak kardeştir” ayet-i kerimesi ve mealen “Müslümanlar bir vücudun parçaları gibidir. O uzuvların birindeki acıyı tümü hisseder” Hadis-i Şerif’i ölçü alındığında İslam dünyası için verilecek hiçbir mantıklı cevap yoktur!

Emperyalizm ve siyonizmin uşağı ya da kuklası olmuş rejimler veyahut ta bunlara yandaşlık ve yardakçılık yapan hükümetler, ellerindeki her türden ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel imkanlarla toplumları yönlendiriyorlar. Hakikatleri onlardan gizliyorlar. Gizleyemediklerinde ise “mezhepçi bir dil ve yaklaşım” ile esas mecrasından saptırıyorlar. Rejim ve hükümetlerinin geleceğini Amerika ve İsrail’e yaslanma ve yardakçılıkta görüyorlar. “İmkan, iktidar, makam”…

Oysa hakikatlerin üzeri ilelebet örtülemez. Hakikatin açığa çıkışı geciktirilse bile karakteri gereği asla yok edilemez. Hakikatlerin galip geleceği ilahi bir vaattir. Ve yeryüzüne “mustazafların varis olacağı Kur’ani bir gerçektir. Unutmayın! Hak gelecek ve batıl zail olacak!

Muntazar Musavi