Sahabelerin Hepsi Salih İnsanlar mıydı?

0

Soru:

Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden bir grup, Kuran-ı Kerim’in “İlk Muhacirlere” saygı ve önem göstermesinden yola çıkarak, onların ömürlerinin sonuna kadar yanlışlığa düşmediklerini ve kayıtsız şartsız ve istisnasız onlara saygı gösterilmesi gerektiğini öne sürdüler. Daha sonra bu konuyu, Kur’an-ı Kerim’in “Rızvan Biati” ve ona benzer ayetlerde “Sahabeyi” övmesinden dolayı sahabelerin geneline yaydılar. Pratikte de sahabeleri amellerine bakmaksızın istisnai insanlar sayarak, onların işlerini inceleme ve eleştirme hakkını Müslümanlardan aldılar.

Cevap:

Tanınmış müfessirlerden “El-Minar” kitabının yazarı, “neden Şiiler ilk Muhacirlerden bazılarının üzerine parmak basarak onları eleştirmektedirler?!” diyerek Şia’ya saldırmıştır. Acaba sahabe hakkında bu tür inançların İslam ve İslam tarihinin ruhuyla ne kadar tezat içinde olduğunun farkında değiller mi?!
Şüphesiz, özellikle ilk muhacirler olmak üzere sahabelerin özel ihtiramları vardır. Ama bu hürmet doğru yol üzere adım attıkları ve fedakârlık gösterdikleri zamana kadardır; ama sahabelerden bazılarının İslam’ın hakiki yolundan saptıkları günde Kur’an-ı Kerim’in onlar hakkındaki hükmü farklı olacaktır.
Acaba Talha ve Zübeyir’i; eğer Hz. Ali’nin hilafetini “nas” yoluyla değil de ümmetin tamamının seçmesiyle Peygamber (s.a.a)’in halifesi olduğuna inansak dahi, muhalefet ederek ona ve vefalı yarenlerine karşı kılıç çekmeleri ve biatlerini bozmaları meselesinden nasıl temize çıkartacağız? Biz onların, Cemel savaşı meydanlarında toprağa dökülen 17 bin Müslüman’ın kanıyla bulanan ellerini nasıl yıkayacağız? Müslüman olmayan birisinin kanını döken insanın bile Allah katında mazereti olmadığı halde bu kadar müslümanın kanını döken kimsenin mazereti olur mu? Usulen Cemel savaşı meydanlarında hem Hz. Ali (a.s) ve yarenlerinin hem de Talha ve Zübeyir’in ve ona katılan bazı sahabelerin hak yol üzere olduğu söylenebilir mi?
Akıl ve mantık böyle açık ve bariz olan bir çelişkiyi kabul edebilir mi? Sahabeyi tenzih etme adına onları diğer insanlardan farklı kılmak ve Peygamber (s.a.a)’den sonra yaşanan İslam tarihini baştan sona kadar unutmuşluğa vurmak ve ” إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ” “Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır (en takvalı olanınızdır)[1] diye belirtilen İslam kanununu ayaklar altına almak doğru mudur? Bu nasıl mantıksız bir yargıdır?
Acaba bazı fert ve şahısların bir gün cennetlik ve hak taraftarlarının safında ve diğer bir günde de cehennemlik ve hak düşmanlarının safında yer almasının ne gibi bir engeli vardır? Acaba herkes masum mudur? Kendi gözlerimizle bir sürü insanın değiştiğine tanıklık etmiyor muyuz?
“Ashab-ı Redde” yani Peygamberimiz (s.a.a)’in vefatından sonra bir grup Müslümanın mürtet olması ve birinci halifenin onlara karşı savaşarak onları yenmesi vakıası Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilmiştir. Acaba “Ashabı Redde”den hiç kimse Peygamber (s.a.a)’i görmemiş ve sahabelerin saflarında yer almamışlar mıydı?
Bu tür çelişki ve çıkmazdan kurtulmak için bazılarının “İçtihat” konusunu bahane ederek “Talha, Zübeyir ve Muaviye” gibi insanların ve yandaşlarının müçtehit olup hata yaptıklarını ama günah işlemediklerini hatta bu amelleri karşısında Allah-u Teâlâ’dan ecirlerini alacaklarını belirtmeleri çok tuhaftır.
Bu nasıl seviyesiz bir mantık anlayışıdır? Peygamber (s.a.a)’in vasisine karşı ayaklanma, biat bozma ve makam, mal ve mülk hırsı yüzünden binlerce masum insanın kanını dökme çok belirsiz ve karmaşık bir olay mıdır ki insanlar onun kötü olduğundan haberleri olmasın? Acaba bu kadar masum insanın kanını dökmenin Allah katında ecir ve sevabımı vardır?
Eğer bizler bir grup sahabeyi işlemiş oldukları cinayetlerden bu şekilde arındırırsak, aleni bir şekilde dünyada hiç bir günahkâr kalmayacaktır ve bu mantıkla bütün katil, cani ve zorbacıların suçlarının üzerini örtmüş olacağız.
Sahabeyi akıl ve mantığa dayanmayan bu tür delillerle savunmak, İslam’ın aslına karamsar bir bakışa neden olacaktır.
Bu yüzden herkese ve özellikle de Peygamberimiz (s.a.a)’in sahabelerine, İslam’ın belirlediği çizgiden ve hak ve adalet yolundan sapmadıkları müddetçe saygı göstermemiz gerekmektedir![2]
Birçok Ehl-i Sünnet müfessirlerinin nakletmiş olduğu hadiste “Humeyd b. Ziyâd”ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir gün Muhammed b. Ka’b el-Kurazî’nin yanına giderek ona, Peygamberimiz (s.a.a)’in ashabı hakkında ne düşünüyorsun” diye sordum. O cevap olarak şöyle dedi:
جميع اصحاب رسول الله(صلى الله عليه وآله)فى الجنة محسنهم و مسيئهم!

“Peygamber (s.a.a)’in yarenlerinin, iyi olanları da kötü olanları da hepsi cennettedirler!” dedi. Ben ona, “Bunu nereden söylüyorsun?” diye sorduğumda o, şu ayeti okudu:
وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ[3]

“Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” ayetini okumadın mısın? dedi. Sözlerinin devamında: “Ama Tabiinler konusunda şu şart koşulmuştur: Tabii’nin sadece sahabenin iyi işlerinde onlara uyup, başka hususlarda onlara uymamalarıdır (sadece bu şartı yerine getirirlerse kurtuluş ehlidirler ama sahabe için böyle bir şart yoktur)” dedi.[4]
Ama bu iddialar birçok delille reddedilmiştir, çünkü:
Birincisi- Yukarıda belirtilen ayetin hükmü Tabiinler için de geçerlidir ve daha öncede değindiğimiz gibi Tabiinlerden kasıt; “Muhacir ve Ensar”ın metot ve çizgisine uygun hareket eden kimselerdir. Buna binaen bütün ümmet istisnasız kurtuluş ehli olmalıdır!
Ama “Muhammed b. Ka’b el-Kurazî”nin hadisinde bu konuya “Allah-u Teâlâ Tabiinler için ihsan şartını koymuştur; yani sahabenin kötü amellerine değil de iyi ve sahih metotlarına uyma şartıdır” diye cevap verilmesi çok şaşırtıcı konulardandır.
Çünkü sözün manası, “fer’i” konunun “asıl” konuyla ilişkilendirilmesidir. Tabiin ve sahabelerin takipçilerinin kurtuluş şartı sahabelerin iyi olan amellerine uymaksa bu şartın öncelikle sahabelerin kendilerinde bulunması gerekmektedir.
Başka bir tabirle; yukarıdaki Ayet-i Kerim’de:
Allah’ın rızası ve hoşnutluğunun doğru yol üzere olan bütün “ilk Muhacir” ve “Ensar”ı ve onların takipçilerini kapsamakta olduğunu belirtmektedir; ama Muhacir ve Ensar’ın ister kötü olsun ister iyi, Allah’ın rızasının onları kapsadığını ve Tabiinleri ise özel şart ve koşulla kabul ettiğini söylememektedir.
İkincisi- Bu konu hiçbir şekilde akılla uyuşmamaktadır; çünkü akıl diğer insanlara nazaran “Peygamber (s.a.a)’in yarenleri” için bir ayrıcalığı kabul etmemektedir. Ebu Cehiller ile iman getirdikten sonra Allah’ın dininden sapanlar arasında ne gibi bir fark vardır?
Neden, Peygamber (s.a.a)’den sonra bu dünyaya ayak basıp İslam yolunda yapmış oldukları gazilik ve fedakârlıkların, Peygamberimiz (s.a.a)’in ilk yarenlerinin yapmış oldukları fedakârlıklardan az olmadığı halde ve şayet Peygamber (s.a.a)’i görmeden onu tanıyarak iman getirdikleri için Allah’ın rızası ve hoşnutluğu ayrıcalığına sahip olmasınlar?
“Allah katında en üstün olanınız, (günahlardan) en takvalı olanınızdır (en çok korunanınızdır)” diyen Kur’an-ı Kerim nasıl ayrımcılık mantığını benimseyebilir?  Aynı şekilde farklı ayetlerde zalimlere ve fasıklara lanet etmekle birlikte onları Allah’ın azabını hak edenler zümresinden saymasına rağmen, “sahabenin mantığa dayanmayan dokunulmazlığını” ilahi yaptırımlar karşısında nasıl kabul etmektedirler? Acaba Kur’an’da belirtilen lanet ve tehditlerde istisna mı vardır ve bazı gruplar bu yargıdan müstesnamı edilmişlerdir? Neden ve niçin?
Bunlardan da öte, bu hüküm sahabenin her günah ve cinayeti işlemeleri için bir yeşil ışık sayılmaz mı?
Üçüncüsü- Bu yargı İslam tarihi metinleriyle hiçbir şekilde uyuşmamaktadır; çünkü çoğu kimseler bir gün “Muhacir ve Ensar”ın saflarında yer almışken sonraları yoldan saparak Peygamberimiz (s.a.a)’in öfke ve gazabına uğramakla birlikte Allah’ın sürekli gazabı ve öfkesine nail olmuşlardır. “Sa’glebe b. Hatibi Ensari”nin nasıl doğru yoldan çıkarak Peygamber (s.a.a)’in gazabına uğradığı hikâyesini okumadınız mı?
Daha açık belirtelim: Eğer onların kasıtları, Peygamberimiz (s.a.a)’in sahabelerinin hepsi hiç günah işlemeyip, her günahtan pak ve masum olduklarıysa, bu açık ve net olan konuları inkâr etmek demektir.
Eğer maksatları, onlar günah işleyerek, sahih olmayan amellere mürtekip olmaları halinde bile, Allah’ın yine de onlardan razı olmasıysa, bunun anlamı Allah’ın günaha razılık göstermesidir!
Kim, başlangıçta Peygamberimiz (s.a.a)’in özel ashabından olan “Talha” ve “Zübeyir”i ve aynı şekilde Peygamberimiz (s.a.a)’in eşi olan “Ayşe”yi Cemel savaşı meydanlarında kanı dökülen 17 bin Müslüman halkın kanından temizleyebilir? Acaba Allah-u Teâlâ bu kan dökülmelerine razı mıydı?
Acaba, eğer onun hilafetini “nas” yoluyla kabul etmesek bile ümmetin tamamının seçmesiyle, Peygamber (s.a.a)’in halifesi olan Hz. Ali (a.s)’ye muhalefet ederek ona ve vefalı yarenlerine karşı kılıç çekmeleri, Allah’ın razı ve hoşnut olacağı bir iş miydi?
Hakikat şu ki, “Sahabeyi tenzih etme ve kusur kondurmama” varsayımı taraftarları bu konu üzerinde ısrarla durarak, her yerde insanların hüviyetini “iman” ve “salih amel” ölçüsü karar kılan İslam’ın çehresini kötü ve çirkin hale getirmişlerdir.
Sözün sonu, üzerinde durduğumuz ayette, Allah’ın rızası ve hoşnutluğu; “hicret”, “yardım”, “iman” ve “salih amel” olmak üzere külli unvanlaradır ve sahabeler ve Tabiinlerin tamamı bu külli unvanlar altında karar kılındıkları müddetçe Allah’ın rızasına nail olurlar ve bu unvanlar altından çıktıkları zaman Allah’ın rızasından da çıkmış olurlar.
Şia’yı, sahabelerin hepsinin temiz ve dürüst olmadığına inandığı için eleştiren ve saldıran bilgin ama mutaassıp olan müfessir yani “El-Minar” kitabının yazarının sözlerinin en küçük bir değeri yoktur. Burada Şia’nın; aklın hükmünü, tarihin şahitliğini ve Kur’an’ın tanıklığını kabul etmekten ve mutaassıpların yanlış ve saçma üstünlüklerine kulak asmamaktan başka bir suçlarının olmadığı sözlerimizde açıkça beyan edilmiştir.[5]

 

 
——————————————————————————–

[1] Hucurat Suresi, 13. ayet.
[2] Tefsir-i Numune, c. 7, s. 263
[3]  “Tevbe Suresi” 100. ayet
[4] El-Minar tefsiri ve Fahrettin Razi tefsiri, zikri geçen ayetin tefsirinde.
[5] Numune Tefsiri, c. 8, s. 108.