Kıskançlık Alevi!

0
Yaz mevsiminin sonlarında, Hicri 218. Yılının Recep ayının on ikinci gecesi Abbasi halifesi olan Memun dünyadan göçtü ve “Tarsus”* bölgesinde toprağa verildi.
Ondan sonra kardeşi Mu’tesim hilafet makamına geçti. Mümkün olan her yolla liderlik temellerini sağlamlaştırmaya çalışan Mu’tesim, İmam Cevad (a.s) tarafından gelebilecek tehlikeleri önlemek ve İmam’ın kendisini gözetimi altında bulundurmak için Hazreti Medine’den Bağdat’a getirtti.

İmam Cevad (a.s)’ın Bağdat’a yerleşmesinden uzun bir süre geçmemişken, Abbasi halifesi olan Mu’tesim’in emriyle İmam (a.s) zehirletilerek şahadete erişti. Bu olay, bir macera sonucu gerçekleşti; o macera şöyledir:

Memun’un kadılarından olan İbn-i Ebi Duad’ın samimi dostu Zerkan şöyle diyor:

Bir gün İbn-i Ebi Duad, çok gamlı olduğu halde Mu’tesim’in yanından döndü; üzüntüsünün sebebini sordum. Cevaben şöyle dedi:

“Bugün, keşke yirmi yıl bundan önce ölmüş olsaydım diye arzu ettim.”

Zerkan, “Niçin?”diye sordu.

İbn-i Ebi Duad, “Mu’tesim’in huzurunda Ebu Cafer (İmam Cevd -a.s-) tarafından benim aleyhime tamam olan bir meseleden dolayı.” dedi.

Zerkan, “Meğer ne oldu (mesele ne idi?)”diye sordu.

İbn-i Ebi Duad, “Bir hırsızı halifenin yanına getirdiler, hırsız kendi hırsızlığına itiraf etti, halifeden, şer’i cezayı uygulamasıyla (günahının) temizlenmesini istedi. Halife alimleri bir araya topladı, Ebu Cafer (İmam Cevad) de orada idi. Halife bize; “Hırsızın eli nereden kesilmelidir?” diye soru sordu. Ben de; “Bilekten” dedim. Halife; “Delilin nedir?” dedi. Ben de cevaben; “El, parmaklardan bileğe kadardır. Çünkü Allah-u Teala; “Teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün.”[66] buyurmuştur. Bu ayatten maksat, parmaklardan elin bileğine kadar olan kısımdır.” dedim.

Alimlerden bazıları da benim sözümü teyit edip “hırsızın eli bilekten kesilmelidir.” dediler. Bazıları da hırsızın elinin dirsekten kesilmesi kanısında idiler. Çünkü Allah-u Teala abdest ayetinde şöyle buyurmuştur: “Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın…”

Bu ayet, elin sınırının dirseye kadar olduğuna delalet etmektedir.

Daha sonra Mu’tesim, Ebu Cafer’e (İmam Cevad’a) dönüp On’a; “Bu mesele hakkında görüşün nedir?” diye sordu. O da cevaben; “Buradakiler bu konu hakkında konuştular, beni muaf kıl” dedi. Mu’tesim yine sözünü tekrarladı, o da maziret istedi. Nihayet Mu’tesim şöyle dedi: “Allah aşkına bu konuda bildiğini söyle.”

Bunun üzerine Ebu Cafer (İmam Cevad) şöyle dedi:

“Beni yemine verdiğin için (bu konu hakkında) görüşümü söylüyorum. Bunların hepsi yanıldılar.
Çünkü hırsızın elinin ayasının kalması için parmakları kesilmelidir.”

Mu’tesim- “Bu fetvanın delili nedir?”

Ebu Cafer- “Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: “Secde, bedenin yedi uzvuyla tahakkuk bulur; yüz (alın), iki elin ayası, iki dizlerin kapağı ve iki ayak ( ayaktaki iki büyük parmaklar).” Binaenaleyh eğer hırsızın eli bilekten veya dirsekten kesilmiş olursa, artık secde zamanı yere bırakacak bir eli kalmıyor.

Allah-u Teala da buyurmuş ki:

“Secde yerleri Allah içindir, öyleyse Allah’la birlikte bir kimseyi çağırmayın…” Secde yerlerinden maksat, yedi uzuvdur; Allah için olan şey kesilmez.”

Mu’tesim, bu sözden hoşu gelip hırsızın sadece parmaklarının kesilmesini emretti.

İbn-i Ebi Duad sonra şöyle ekliyor:

Bu esnada halim öyle bir şekilde değişti ki sanki kıyamet kopmuştu, keşke ölseydim de böyle bir günü görmeseydim diye arzu ettim.

Üç günden sonra Mu’tesim’in yanına gidip ona şöyle dedim:

“Halifenin hayrını isteyerek ona tavsiye etmek bana farzdır; ben şimdi ateşe (cehenneme) girmeme sebep olacak bir söz söyleyeceğim.”

Mu’tesim; “Hangi sözü söyleyeceksin?” diye sordu. Ben de cevaben şöyle dedim: “Halife kendi meclisinde, bir dini mesele için fakih ve alimleri topluyor, ordunun komutanları ve ülkenin büyük şahsiyetlerinin bulunduğu ve dinledikler bir yerde bir meselenin hükmünü onlardan soruyor, onlar da cevap veriyorlar, ama halife alimlerin görüşlerini kabul etmiyor, sadece Müslümanların yarısının imamet ve önderliğine inandıkları ve onu hilafete (daha) layık bildikleri bir kişinin sözünü kabul ediyor. Bu, halife için güzel değildir!”

Bu esnada halifenin rengi değişti ve sarsılıp şöyle dedi:

“Bana iyi tavsiye ettiğinden dolayı Allah sana mükafat versin.”

Daha sonra Çarşamba günü katiplerinden birine, Ebu Cafer’i (İmam Cevad’ı) evine davet etmesini emrettı: O da öyle yaptı. Ama Ebu Cafer kabul etmeyip mazeret istedi. Fakat Mu’tesim kendi davetinde ısrar edip şöyle dedi: “Mübarek ayaklarını teberrük etmem için evime gelmen gerekir. Ayrıca halifenin vezirlerinden bir kaç kişi seni görmek istiyorlar.”

Ebu Cafer mecburen halifenin davetini kabul etti ve onun evine gitti. Ama onlar Ebu Cafer’in yemeğine zehir dökmüşlerdi. Yemekten yer yemez, yemeğin zehirle karıştırıldığının farkına vardı. Bu yüzden kalkıp hareket etmek istedi. Ev sahibi ise kalmasını rica etti. Ama o; “Senin evinde olmamam senin için daha iyidir!” dedi.

Ebu Cafer (İmam Cevad) bir süre rahatsızdı, nihayet zehir bütün bedenine işledi; sonuçta dünyaya gözlerini kapattı (şehit oldu).
Bihar’ul-Envar,c. 50,s. 85.