Kerbela’da kadınların konumu 2

0
Bir: Mesajı Ulaştırmak      İslam’daki toplumsal görevler sadece erkeklere özel değildir, kadın ve erkek her ikisini de kapsamaktadır. Müslüman tüm kadın ve erkekler; hak batıl hareketleri, velayet ve rehberlik gibi konularda duyarsız kalamazlar ve tutumlarını sergilemek zorundadırlar.

Bütün kıyamlar ve özgürlükçü hareketler iki bölümden oluşmaktadır, bunlardan bir “kan” diğeri de “mesaj”dır. Kandan maksat; kutsal hedef için savaşma silahlı mücadeleye girişmek dolayısıyla da ölmek ve öldürmektir. Mesaj’dan kası t ise; kıyamın ülkü, ideal, hedef ve yapılış nedenini toplumun tüm kesimine ulaştırmaktır.        İmam Hüseyin’in (a.s) mukaddes kıyamını inceldiğimiz zaman bu iki bölümü açıkça göçermekteyiz. Aşura günü ilkinde vaktine kadar “kan” bölümü uygulanmaktadır, bu bölümde bayrak Hz. Hüseyin’in (a.s) elinde. ilkintiden sonra ise; “mesajı ulaştırma” bölümü başlamada, bu bölümde bayrak Hz. Seccad ile Hz. Zeynep’in elinde.

Onlar İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının felsefesini, hedefini ve amacını ateşli konuşmalarıyla herkese duyurmaya başlamışlardır. Böylece zalim Emevi rejimini rezil etmişlerdir.

Emevi saltanatı, Muaviye’nin döneminde başlayarak, tüm İslam âleminde, özelliklede Şam bölgesinde Ehlibeyt aleyhtarlı geniş bir propaganda çalışması içerisine girmişlerdi. Bu büyük insanlara, birçok asılsız nispetler verip, yalan hadislerle halka karşı kötülemeye başladılar. Tüm imkânlara sahip olan Ümeyye oğulları, İmamın kıyamını da halka yanlış aksettiriyordu.

Eğer Hz. Seccad Hz. Zeynep ve diğer kadınlar gerçekleri halka ulaştırmasalardı, insanlar Kerbela hareketini çok yanlış anlayacaklardı. İmamın tüberküloz ve akciğer hastalığından öldüğü yalanı yayılmaya başlamıştı bile.

Kerbela faciasından geriye kalanların, esirlik döneminde gerçekleri olduğu gibi anlatmaları, böyle bir tahrifin yayılmasına izin vermemiştir. Emevilerin Şam bölgesinde nasıl hükümet ettiklerini inceleyecek olursak, Kerbela kıyamından geriye kalanların orada bulunmalarının gerekliliği çok daha iyi anlaşılacaktır.

        İki: Emevilerin Propagandalarını Etkisiz Kılmak

Şam bölgesi fethedildiği ilk günden beri Halit b.Velit ve Muaviye b. Ebu Süfyan gibilerinin yönetimi altında olmuştur. Bu bölgenin halkı, Peygamberin (s.a.a) konuşmalarını duymamış, saygın sahabelerin yaşam tarzını görmemiş ve İslam’ı en azından Medine’deki gibi tanımamış kimselerdi. Her ne kadar Şam bölgesinde, 113 sahabe bulunsa da bunların çoğu Peygamberi pek fazla derk etmemiş ve sadece bir iki hadis öğrenmişlerdi.. İmam Hüseyin (a.s) kıyam ettiği zaman Şam’da sadece on bir tane sahabe bulunmaktaydı. Yetmiş seksen yaşlarında olan bu sahabeler, kendilerini toplumdan soyutlayarak, inzivaya çekildiklerinden, toplum üzerindeki etkilerini de kaybetmişlerdi.

Sonuçta, Şam halkı gerçek İslam adına hiçbir şeyi bilmiyorlardı, onlar için şimdi hâkim hükümet İslam öncesi Bizans hükümetlerinden farksızdı. Muaviye’nin kendisi için saraylar yapması, cafcaflı yaşamı, milletin hakkını istediği gibi harcaması ve karşı gelenleri öldürüp, sürgünlere göndermesi; Şam halkı için çok normaldi. Çünkü böyle bir hükümet İslam gelmeden öncede orada bulunmaktaydı. İlginç olanı bunların Medine’deki Peygamberin hükümetinin de böyle bir sistem üzere kurulu olduğunu sanmalarıydı.[2]

Muaviye, Şam bölgesinde hükümeti kırk iki yıl elinde tuttu ve bu süre zarfında halkı bilinçsiz, İslami öğretilerden yoksun, O’nun istekleri karşısında körü körüne bağlı olarak yetiştirdi.[3] Muaviye kırk iki yıl boyunca, Şam halkı üzerinde sadece siyasi hâkimiyet kurmakla kalmayıp, düşünce ve dini yönden de tam hâkimiyet sağladı. Öyle ki, onun İslam adına dediği her şeyi kabul eden, hiç soru sormadan inanan, kör ve sağır bir toplum oluştu.

Emevi hükümeti, büyük bir kinle, Peygamberin (s.a.a) tertemiz Ehlibeytini Şam halkına insanların en kötüsü, Ümeyye oğullarını da yaratılmışların en üstünleri olarak tanıttı. İnsanlar o kadar bilinçsiz bırakılmışlardı ki; Abbasiler Emevileri yıkıp devleti ele geçirdiklerinde, Şam’ın ileri gelen devlet adamlarından biri Eb’ul Abbas’ın yanına gelerek, yeminle Merva’nın (Emevilerin son padişahı) ölümüne kadar Ümeyye oğullarından başka hiç kimseyi Peygamberin ailesi olarak tanımadıklarını ve Peygamberin varisleri olarak yalnızca onları bildiklerini söylüyor.[4]

Bunu gördükten sonra, Kerbela esirleri Şam’a geldiği de, yaşlı adamın İmam Zeynel Abidin’e söylediği şu söze pek şaşırmamak gerekir:

—Allah’a şükürler olsun ki, sizleri öldürüp yok etti ve insanlığı sizin kötülüklerinizden korudu. İmam sabırla Şamlının bütün diyeceklerini dinledi, sonra ona şu ayeti okudu;

“…ey Ehl-i Beyt! Ancak ve ancak Allah sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz kılmayı diler.”[5]

Sonra bu ayet bizim hakkımızda inmiştir diye buyurdu. İmamın bu konuşmasından sonra Şamlı nasıl kandırıldığını anladı. Önceden düşündüğü gibi esirlerin, İslam aleyhtarları ve bozguncu kimseler değil de, Peygamberin evlatları olduklarının farkına vardı ve dedikleri için pişman olup, tövbe etti.[6]

Demek ki; Hz. Seccad ve Hz. Zeynep’in esaretleri boyunca, özelliklede Şam’da yaptıkları konuşmalar, Ehlibeyt düşmanlarının onlarca yıllık yalanlarını ortaya çıkarıp, propagandalarını etkisiz hale getirmiş oldu.

       Üç: Zalimlerin Gerçek Yüzlerini Göstermek

İmam Hüseyin’in (a.s) ailesinin de Kerbela’da bulunmasının bir diğer nedeni; zalim, acımasız ve insanlık dışı Yezid rejiminin gerçek yüzünü göstermekti.

İnsanların mesajı kabul etmesi ve mesajın gerçek olduğuna inanmalarının önemli etkenlerinden biri, mazlumiyettir. Kim olursa olsun, insan olan herkes haksızlıktan, zulümden, zalimden nefret eder ve mazlumu sevip onun yanında yer almayı ister.

Tarih boyunca mazlumiyetin en büyüğü, Kerbela hadisesinde yaşanmıştır. Gelmiş geçmiş en büyük zulüm ve eziyetler Kerbela’da İmam Hüseyin’e ve onun ailesine uygulandı. İmamın ailesi de esaretleri dönemi ve sonrasında başlarına gelenleri, maruz kaldıkları zulümleri herkese anlattılar, öyle ki aradan asırlar geçmesine rağmen şimdi bile onların mazlumca sesleri kulaklarda yankılanmaktadır.

Savaşmak için ne bir güç ve nede bir silahı olan çocuk ve kadınlar, düşman askerleri tarafından acımasızca dövüldüler. Altı aylık bebek Fırat nehrinin yanı başında susuz öldürüldü, dört beş yaşında ki kız çocuğu babasının parçalanmış bedeninin başında acımasızca dayak yedi, kadınlar kırbaçlandı, her şeyleri yağmalandı…

Bütün bunlar Yezid’in; gaddar, hunhar ve acımasız yüzünü göstermek için, İmam Hüseyin’in (a.s) şehit olması kadar önemlidir. Çocukların “su” diye inlemeleri, Ali Asker’in kanla dolmuş beşiği, bebeklerin bile zulüm görmesi ve bunun gibi yapılan acımasızlıklar yüzünden o dökülen kanlar hala canlılığını korumaktadır. İmam Seccad (a.s) ,Şam’da Emevilerin gerçek yüzünü halka gösterip, onları rezil rüsva edecek şu gerçekleri haykırdı:

“ Babam Hüseyin’i parça parça ederek, en ağır işkencelerle şehit ettiler. Kafesteki kuş misali kanatlarını yolup, kırarak öldürdüler.”

İmam Seccad (a.s) ,bu mazlumiyetleri anlatarak kimseye itiraz yolu bırakmadı. Eğer sadece “babamı öldürdüler” diye buyursaydı, “savaşın özelliği bu ölmekte var öldürmekte, öldürülenlerden biride İmam Hüseyin’dir” diye itirazda buluna bilirlerdi. Fakat İmam Seccad (a.s) hiçbir eleştiriye mecal vermeyecek şekilde buyurdu: Peki niçin bu şekilde öldürdünüz? Niye işkencelerle, yavaş yavaş öldürdünüz, niçin suyun kenarında susuz bıraktınız? Neden defnedilmesine izin vermediniz, kadın ve çocuklara niye saldırıp dövdünüz? Kundaktaki bebeğin suçu ne idi ki, O’na bile acımadan öldürdünüz?

Kimsenin bu sözlere bir itirazı olamazdı, bu işlerin haklı çıkarılacak bir tarafı yoktu. Bu sözler Şam’da tufanlar estirdi, insanlar kandırılmış hissi ve öfkesiyle gerçekleri öğrenmek istedi ve Emevi rejimi aleyhine büyük bir hareketlilik başladı.

Yezid, aslında İmam Hüseyin’i şehit edip, ailesini de esir alarak tüm potansiyel karşıtlığa gözdağı vermek istemişti, bu herkes için bir ibret olacaktı, böylece hiçbir başkaldırı başlamadan bitecekti. Kendisini kabul etmeyip, karşı olan herkesi böyle bir sonun beklediğini gösterdi. Lakin hiçbir şey onun planladığı gibi olmadı.

İmam Hüseyin’in (a.s) yiğitçe, onurluca zülüm karşısındaki direnişi ve İmam Seccad’la, ailesinin mesajı her yere ulaştırması yeni özgürlükçü hareketleri peşi sıra getirdi. Öyle ki, yalnız Müslümanlar değil, tüm özgürlüğe susamış, zulüm altında ezilenler nasıl zulme karşı durup, özgürlük için mücadele edeceklerini öğrendiler.

İmamın ailesini de Kerbela çölüne götürmesini irfani bir bakışla inceleyecek olursak; o zaman İmamın sonsuz ve katıksız ihlâsını göreceğizdir. O tüm varlığını Allah yolunda sadece O’nun hoşnutluğu için feda etmiştir. İmam Hüseyin’in (a.s) bu ihlâsının dünyadaki getirisi; kıyamının asırlar geçmesine rağmen kalıcı olması, ahiretteki faydası ise; herkesin imreneceği en üstün makam ulaşmaktır.

 

 

——————————————————————————–

[1] Hüseyni Yiğitlik, c:1,s:397/411 ve c:2,s:231/236.

[2] İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamı, Cafer Şehidi, s:185.

[3] Beresi-i tarihi Aşura, Ayeti, s:47.

[4] Şerhi Nehc’ül Belağa, ibni Ebil Hadid, c:7,s:159.

[5] Ahzap–33.

[6] Luhuf, s:74.