İslam Peygamberinin Stratejisi
Her toplum sınırlarını korumak, sapmalara karşı mücadele etmek ve düşünsel tahripleri engellemek için ameli taktik ve stratejiler çevresinde bir olguya muhtaçtır. Her dönemde, bilhassa toplumların daha karışık olduğu bu dönemde, toplumun zaruri ihtiyaçları göz önünde bulundurularak İslam peygamberinin şahsiyetinin farklı boyutları incelenip bunun sonuçları insanlara sunulmalıdır. Bu temelde Nehcü’l-Belağa’nın görüşlerini esas alarak o hazretin bazı sıfat ve özelliklerine değineceğiz.
İmam Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse Tahir peygambere tabi ol. O olgu talipleri için olgu ve büyüklük talipleri için büyüklük kaynağıdır.” (Deşti, 1369, c. 2, s. 85)
Farklı İslami metinlerde ve özellikle Kur’an’ın tebliğ yönteminde, İslam peygamberinin olgu olarak benimsenmesi istenmektedir. Allah ‘u Teala şöyle buyurmaktadır:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
And olsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab, 21)
Olgunun benimsenmesi beşerin iç gerçekliğindendir ve gönülle tasdiki terbiyede etkili role sahiptir. Beşerin maddi ve manevi kazanımları değerli olduğu oranda tehlikeleri de kendisini tehdit eder.
Bu yüzden karanlık iç çöllerde kaybolmamak için hidayete eriştiren mukaddes nurların aranması bir zorunluluktur. Keza felaket kasırgasının içinde karar kılmamak için bilhassa herkesin ikinci bir bisete muhtaç olduğu ve yersiz adetleri reddetmek için içsel ve görünür çabanın gerekli olduğu bu dönemde ilahi delillere yönelmelidir. Bunun için de alemlere rahmet İslam peygamberinin makul ve mantıklı hayatı güzel bir örnektir. Buna binaen, böylesi bir azme sahip kimse, hakikat nurunu algılama lezzetini kendisi için hazır hale getirir. Aksi durumda karanlığın acılarında sonu gelmez biçimde kalır..
Araştırmanın Sınırlılıkları
A- Tahkikle İlgili Sınırlılıklar
1- Bu araştırma peygamberin görünür biçimde huzurunun olduğu bilhassa İslam’ın ilk dönemlerini kapsayacak bir incelemeyle sınırlı tutulmuştur.
2- Bu araştırmada sapmadan kasıt; sadece Arabistan ve buna bağlı toplumların sapmalarıdır.
B- Tahkikin Görüşü Dışındaki Sınırlılıklar
1- Nebevi toplumdaki sapmalar hakkında yazılmış temel kaynakların çoğu kaybolmuştur ve konu hakkında geniş bir şekilde kaleme alınan herhangi bir eser elimizde yoktur.
2- Sapma ve bozulmaların çoğu uydurmaydı ve düşmanları İslam peygamberine ve ashabına nispet vermişlerdi. Bu hususta oryantalistler tarafında kaleme alınan eserlerin çoğunda mukaddes İslam dini mahkum edilmeye çalışılmıştır.
3- Tarihi beyanlar o döneme has ortam hakkında olduğundan bu dönemde bir sonuç almak için konuya daha fazla eğilmek gerekir.
Kavramların Anlamı
1- Sapma
İslam mektebine göre sıratı müstakim ve saadet yolu Kur’an’a İslam peygamberinin sünnetine ve Ehli Beyt’in tabi olmaktır. Bu yola girmemek denge ve kurtuluş yolundan uzaklaşmaktır.
İmam Ali (a.s.) sapmanın tanımı hakkında şöyle demektedir: “Sağa ve sola sapanlar delalete gitmiştir. Orta yol ise kitap ve nübüvvet eserinin olduğu caddedir.” (Deşti, a.g.e, c. 1, s. 5)
Bu görüşe göre ilahi kitap ve Resulü Ekrem (s.a.v.)’in sünnetinde belirtilen ve sıratı müstakimin kendisi olan denge yoluna girmeyen, söz ve davranışlarıyla bundan uzaklaşan kimse Hak yoldan sapmıştır. Bu konu değerli sıkaleyn hadisinde de zikredilmiştir. (Müslüm bin Haccac, c. 5, s. 26, Heytemi, 1385, s. 75)
2- Toplumsal Zaafları Bilme
Zaafın Yunancadaki karşılığı “Pathos” kelimesi olup hastalığın etki ve özelliklerini tanımaya çalışır. Toplumsal zaafları tanıma hususunda uzmanlar insanın toplumsal hayatta karşılaşacağı sorunlarla beraber kişisel terbiye, toplumsal kültür, iktisat, siyaset vb. konuları incelerler. (Araste Khu, 1370, s. 41)
3- Strateji
Strateji Latincedeki “Strategvs” kelimesinden alınmış olup “başarıya ulaşmak amacıyla yolda ilerleme sanatı” anlamına gelmektedir. Bu, plan yapma sanatına, terkibi bilgiye ve insanın sahip olduğu siyasi, nizami, manevi bütün imkanlarla donanmış olmakla beraber belli bir hedefe ulaşmak için farklı birleşimler ve işlevleri birbirinden ayıran operasyonlara bırakılmışlardır.
Genellikle stratejiyi; devletlerin uzun süreli siyasi, nizami, ahlaki ve iktisadi planları olarak tanımlarlar. Bazen de ilim ve fen sanatı, bir oluşumun rehberliği ve yönlendirilmesi veya özel bir konudaki düzenlemeler olarak ele alınmıştır. (a.g.e.)
Sapmalara Karşı İslam Peygamberinin Stratejisi
A- Açıklayıcı Davranışlar
1- Kur’an ve Açıklayıcılık
Kur’an İslam peygamberinin en önemli vazifesini, bereketli hakikat nurlarının ortaya çıkıp sapma ve cehalet karalıklarının ortadan kaybolması için, toplumda ilim ve hidayet nur ve hakikatlerinin açıklanması olarak zikretmiştir. Bu yüzden Allah’u Teala peygamberinin vasıfları hakkında şöyle buyurmaktadır:
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. (Nahl, 89)
Müfessirler بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. (Nahl, 44) Ayetinin tefsirinde şunları söylemişlerdir:
“Aslında senin risalet ve davet programın usul açısında geçmişi olmayan yeni bir şey değildir. Önceki peygamberlere, Allah ve insanlar karşısında yerine getirmeleri gereken sorumlulukları insanlara hatırlatmaları için semavi kitaplar nazil ettiğimiz gibi, insanların kemale doğru ilerlemelerini sağlamak ve mesuliyet duygularıyla (zorla değil de güzellikle) Hak yola baş koymaları için teşvik etmek amacıyla sana da öğretilerini ve mefhumlarını halka açıklaman ve insanların düşüncelerini uyandırman için Kur’an’ı nazil ettik.” (Mekarim Şirazi ve diğerleri, 1379, c. 11, s. 243)
Her halükarda peygamberlerin geliş ve kitapların inme sebepleri; halkı küfür, cehalet, günah ile fikri ve ameli sapmalardan koruyup iman, tevhit ve takva nuruna doğru ilerlemelerini sağlamaktır. Aslında peygamberlerin gönderilme ve kitapların nüzul nedenleri sadece bu bir cümleyle özetlenebilir.
İmama Ali (a.s.) bozulmaları bertaraf etmek ve Kur’an hakkında şöyle buyurmaktadır: “Bilin ki hiç kimseye Kur’an’dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye ona uyduktan sonra bir zenginlik ulaşmaz. Dertlerinize O’ndan şifa dileyin; güçlüklerinize O’ndan yardım isteyin; çünkü O en büyük derde bile devâdır ki o da küfürdür, nifaktır, azgınlıktır, sapıklıktır. (Nehcü’l-Belağa, Hutbe. 176, s. 91)
Kur’an’ı Kerim başka bir yerde de enbiyanın asıl hedefinin ihtilaflı konuları şeffaf kılmak ve bunları açıklamak olduğunu söylemiştir:
وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلاَّ أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnsanlar (başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (işleri bitirilir)di. (Yunus, 19)
İslam peygamberi marifetin temellerini açıklayarak ihtilaf nedeni fikri ve içtimai sapmaların kökünü kazımak istiyordu.
2- Sünnet ve Açıklayıcılık
İslam güneşinin doğduğu dönemlerde toplum ve milletlerin akideleri farklı hurafe ve efsanelerle karışmıştı. Dönemin en ilerlemiş toplumları olan Yunan ve Sasani halklarının zihinlerine efsaneler hükmediyordu… Tarih, Arap yarımadası için de birçok efsane ve hurafe zikretmiştir. Örneğin yağmurun yağması için ateş yakıyorlardı. Öküz su içmediği zaman ineği dövüyorlardı. Hasta devenin iyileşmesi için iyi olan deveyi dağlıyorlardı… (bkz. Subhani, s. 38)
İslam peygamberi, sapık düşüncelerin karşı noktası olan İslam’ın nurani hüküm ve şeriatını Kur’an’ın gölgesinde açıklamakla birçok batıl inanç ve hurafenin üzerine batıl olma çizgisini çekti.
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. (Necm, 39) Ayeti diğer semavi kitaplarda da kesin ilkeler olarak zikredilen İslam’ın ilkelerinden üç ilkeyi ima etmektedir.
a- Herkes kendi günahından sorumludur.
b- Herkesin ahiretteki kazancı çabası oranındadır.
c- Allah’u Teala herkes amelleri karşılığında ödül verir.
İslam peygamberi bu vesileyle cahil Arapların dillendirdiği her insanın başkasının günahını yüklenebileceği itikatları ile Allah’ın insanların günahlarını bağışlamak için kendi oğlu İsa’yı yeryüzüne gönderip darağacına astığını söyleyen Hıristiyanların inançlarının batıl olduğunu ilan etti. Keza İslam, Ortaçağ’da bağışlanma senetleri dağıtan, cennete arazi satan ve hatta bugün bile insanların günahlarını bağışlama işine devam eden bir grup keşişin bu kötü amellerini mahkum etmiştir.
Akıl ve mantık da herkesin amelinden sorumlu olduğu ve bundan kaynaklanan zarar ve menfaatin şahsı bağladığını söylemektedir. İslam’ın bu inancı insanları hurafelere sığınmaktan veya yaptığı günahların sorumluluğunu başkalarına atmaktan koruyup iyi işler yapmalarına ve günahlardan kaçınmalarına neden olduğu gibi herhangi bir sapmada bunları derk edip telafi için çabalamalarına da neden olur. (Mekarim Şirazi ve diğerleri, c. 22, s. 551)
Resulü Ekrem (s.a.v.) İslami kanunlara ters düşen en ufak bir hareketi bile halka hatırlatıyor ve bunu görmezden gelmiyordu. Mesajlarla peygamberin huzuruna gelen insanların tabi oldukları kabile, şahıs ve bölge isimlerinin anlamının kötü olması durumunda İslam peygamberi bunu değiştiriyordu. Bu, onun sapık ve batıl adet ve geleneklere karşı hassasiyetini ve değişim isteğini göstermektedir. Nitekim Beni Al-i Zine’yi Beni el-Rüşt, Beni Ğayan’ı Beni Reşdan, Ğava’yı (yer ismi) Rüşt, Ğavi bin Abduluzza’yı Raşit bin Abdulrebbi, Abdulamr’ı Abdurrahman ve Aziz bin Ebi Sebre’yi Abdurrahman bin Ebi Sebre olarak değiştirdi. (Pejohişi Der Sire-i Nebi, Resul Caferiyan, s. 400)
Bu doğrultuda has elbiseler giyen Necranlı bir grupla görüşmedi. Sonra elbiselerini değiştirip rahipler gibi giyindikten sonra peygamberin huzuruna çıktılar. (Muhammed bin Sad, 1405, c. 1, s. 268)
Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman güneş tutuldu ve insanlar İbrahim’in ölümünden dolayı üzgün olduğu ve bunun peygamberin azametinin delili olduğu düşüncelerini dile getirdiler. İslam peygamberi oğlunu defnetmeden hemen bütün herkesi camiye topladı ve minbere çıkıp şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ay ve güneş Allah’ın iki nişanesidir ve asla kimsenin ölümü için tutulmazlar.” (Meclisi, c. 22, s. 155-156) Böylece her ne kadar görünüşte menfaatine olsa da bu olayın fikri bir ayrışma sebebi olmadan önce önüne geçmiş oldu.
Peygamber dönemi cahili Arapların düşünsel ayrışmalardan biri de kadın hakkındaki olumsuz algılamalardı ve İslam peygamberi farklı yöntemlerle bununla mücadele etti.
B- Merhametli Davranışlar
1- Cezbetmede Sevgi
İslam peygamberi ahlaki değerlere çok önem atfetmekle beraber kendisi de en üstün ahlaki faziletlere ve yüce insani değerlere sahipti. O hayatının bütün boyutlarında mütebbessim bir çehreye ve gönül okşayıcı sözlere sahipti ve daima olaylara merhamet ve hoşgörü ile yaklaşıyordu. Kur’an-ı Kerim’de peygamber hakkında şunları söylenmiştir:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla istişare et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Ali İmran, 159)
Başka bir yerde de Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 107) İslam peygamberi de müşriklere hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ben sadece rahmet için gönderilmişim.” (Kuleyni, 1365, c. 5, s. 494)
Tebliğin ilk aşamasında ve dinin yalnız olduğu dönemde İslam peygamberi her gün geçtiği sokağın başında bir Yahudi, evinin damının üstünden sıcak közü o hazretin başına döküyordu. O ise sinirlenmeden yavaşça yoluna devam ediyordu. Yahudi’nin bu işini tekrarlayacağını bilmesine rağmen yolunu değiştirmiyordu. Bir gün yine o yoldan geçiyordu. Kimse üstüne köz dökmedi. Şaşırdı ve tebessüm ederek “Dostumuz bugün bizi görmeye gelmedi” dedi. Hasta olduğunu söylediler. Peygamber “Ziyaretine gitmemiz gerekir” dedi.
Hasta Yahudi kendisini ziyarete gelen İslam peygamberinin çehresinde sanki uzun yıllar samimiymiş gibi sadık bir tebessüm ve muhabbetin olduğunu hissetti. Bu iyilik, sefa, muhabbet ve samimiyet o Yahudi’nin benliğindeki kötülüğü, ihaneti ve işkence temayüllerini temizledi. (Tebersi, s. 392)
Uhud savaşında amcasını şehit eden ve temiz cesedini feci şekilde parçalayan Ebu Süfyan’nın eşi Hind ve Vahşi’yi bağışladı. Hatta gurbet dönemlerinde farklı şekillerde İslam peygamberine ve Müslümanlara eziyet ve işkence eden Ebu Süfyan’ı bile bağışladı ve intikam alma derdine düşmedi. (İbni Esir, 1385, c. 2, s. 252)
2- Asabilikte Muhabbet
İslam peygamberi sevgi ve muhabbet ehli olmakla beraber sahabelerinin ve yakınlarının şiddet içerikli davranışlarını da eleştiriyordu.
Müslümanların zaferiyle biten Hayber savaşında esir olanlardan biri de Hayy bin Ahteb’in (tanınmış Yahudi alim) kızı Safiye idi. Bilal-i Habeşi veya peygamberin yakınlarından biri Safiye’yi başka bir kadınla esir aldı ve Allah Resulü (s.a.v.)’in huzuruna getirdi. Lakin bunları getirdiği zaman ahlaki ilkelere riayet etmedi ve öldürülmüş Yahudilerin cenazelerinin yanından hareket ettirip getirdi. Safiye Yahudilerin parçalanmış bedenlerini görünce çok rahatsız oldu ve yüzünü parçalayıp üstüne topraklar saçtı ve yüksek sesle ağladı. Peygamberin yanına getirdiklerinde peygamber Safiye’ye sordu: “Neden yüzün parçalanmış ve üstü başın toz toprak içindedir?” Safiye cenazelerin yanında geçme olayını anlattı.
İslam peygamberi Bilal’in esir kadınlara karşı bu İslami olmayan davranışından dolayı çok rahatsız oldu ve Bilal’e: “Acaba muhabbet ve sevgi gönlünden çıktığı için mi bunları ölülerin yanından geçiriyorsun?” dedi. (Muhammedi İştihardi, 1381, s. 89, Siyer-i İbni Hİşam, c. 3, s. 350-3531’den nakledilmiştir.)
İslam peygamberi sahabelerini yersiz asabiyet ve şiddetten men ediyordu. Hatta suçlulara ve ilahi hadlerin gerçekleştirilmesini hak etmiş kimselere karşı bile bu meseleye dikkat edilmesi gerektiğini söylüyordu.
Nakledildiğine göre bir kadın, işlediği büyük günahlardan biri için (ilahi haddin icrası vesilesiyle temiz olmak istediğini ısrarla söylemesi üzerine) recm edilmişti. Haddin icrasında Halit bin Velit ateşli bir nesneyi alıp kadının başına vurdu. Kadının başından fışkıran kan Halit’in yüzüne sıçradı. Halit kötü sözler sarf etti. Allah Resulü (s.a.v.) buyurdu: “Ey Halit! Sakin ol ve kendini kontrol et. Canımı elinde bulunduran Allah’a yeminler olsun ki o kadın tövbe etti. Eğer faiz gelirini yiyen biri onun gibi tövbe ederse tövbesi kabul olunur.” Akabinde peygamber o kadının cenazesi üzerinde namaz kıldı ve ardından defnetti. (bkz. Kumi, c. 1, s. 512)
3- Asabilikte Tebessüm
Bir gün bir bedevi Arap peygamberin yanına geldi ve peygamberin gömleğini tutup sert bir şekilde çekti. Peygamberin boynu morardı. Akabinde: “Ey Muhammed! Emir ver yanındaki Allah’ın mallarından bana da versinler” dedi. Peygamber tebessümle ona baktı ve isteğini yerine getirdi. (Meclisi, c. 16, s. 230)
Peygamberin sefalı mektebinde yetişen İmam Ali (a.s.) halka karşı olan davranışları hakkında şöyle demektedir:
“Günahtan kaçınan ve Allah’ın kendilerine takva nimetini verdiği kimselerin yoldan çıkmış ve günahkar kimselere iyi davranmaları gerekir.” (Deşti, a.g.e, c. 2, s. 23)
Başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: “Gönlünü halka karşı sevgi, muhabbet, lütuf ve ihsanla doldur.” (a.g.e., s. 84)
İmam Ali (a.s.) bu sözlerle halka karşı sevgi ve lütfun görünür menfaatler esasınca olmaması gerektiğini, aynı şekilde insanın baştan ayağa halka karşı sevgi ve merhametle dolu olması ve gönlünde insanlara karşı herhangi bir kin ve buğzun bulunmaması gerektiğini söylemektedir.
İmam Ali Nehcü’l-Belağa’nın 96. hutbesinin bir pasajında şöyle buyurmaktadır: “Hz. Muhammed’in, (s.a.v.) karar ettiği yer, karar edilecek yerlerin en hayırlısıdır; yetiştiği yer, yetişilen yerin en yücesidir. Kerâmet mâdenlerinde yetişmiş, selâmet yaygısının yayıldığı yerlerde gelişmiştir. İyi kişilerin gönülleri ona yönelmiştir; inananların gözleri, ona meyletmiştir. Allah, eski kinleri onunla gömmüştür; gönüllerdeki düşmanlıkları, onunla söndürmüştür. Onunla, inananları uzlaştırmıştır, kardeş etmiştir. O’nunla şirki imandan ayırmıştır. O’nunla, alçalışı yüceltmiştir; onunla yüceliği alçaltmıştır. Sözü anlatıştır. O’nun; susması, söz söyleyişidir.” (a.g.e.)
C- Diyalogcu Yaklaşım
İslam peygamberinin İslami tebliğdeki muhaliflere karşı en önemli stratejisi farklı münazara ve diyaloglardı. Bunların çoğu farklı amaçlarla peygamberin yanına gelen kabile reisleri ile peygamber arasında olmuştur.
1- Diyaloga Davet
Burada İslam peygamberinin en güzel söyleşilerinden biri olan mübahale olayına değineceğiz. İmam Sadık (a.s.) bu hususta şunları rivayet etmektedir: “Necran Hıristiyanları peygamberin yanına gitmek için hareket ettiklerinde İhtem, Akib ve Seyyid adlarındaki üç büyükleri de kendileriyle geldiler. Medine’de namaz vaktinde doğuya yönelerek ibadete hazırlandılar. Peygamberin ashabı peygambere: “Ey Allah’ın Resulü! Bu senin mescidindir, İslam’ın mescididir. Neden burada kendi ayinlerine göre ibadet ediyorlar” dedi. Allah Resulü (s.a.v.) “Onlarla işiniz olmasın” dedi.
İbadetlerini bitirdikten sonra Allah Resulü (s.a.v.)’in yanına gelerek: “Halkı hangi dine davet ediyorsun?” diye sordular. İslam peygamberi de: “Allah’tan başka ilah olmadığına, benim Allah’ın gönderilmiş elçisi olduğuma, İsa’nın yemek yiyen, içen ve konuşan bir kul olduğuna şahadet getirmelerini istiyorum” dedi. Sordular: “Eğer İsa kul idiyse babası kimdi?” Burada Allah Resulü (s.a.v.)’e vahiy nazil oldu ve onlara şunları söylemesini emretti: “Siz Adem hakkında ne diyorsunuz? Acaba yemek yiyen, su içen, konuşan, eşiyle birlikte olan bir mahluk muydu yoksa değil miydi?” Allah Resulü (s.a.v.)’in sorduğu bu soruya cevap verdiler: “Evet! Allah’ın bir mahlukuydu ve saydığın işleri yapıyordu.” Allah Resulü (s.a.v.) tekrar sordu: “Eğer Mahluk idiyse babası kimdi?” Hıristiyanlar şaşırıp mağlup oldular. Allah’u Teala şu ayeti nazil etti:
“إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. (Ali İmran, 59)
فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.” (Ali İmran, 61)
Akabinde Allah Resulü (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu: “Öyleyse benime mübahale edin. Eğer ben sadık isem Allah’ın laneti üzerinize insin. Eğer yalancı olursam benim üzerime insin.” Hıristiyanlar: “Bize karşı insaflı davrandın” dediler. Bu işi yapmak için anlaştılar. Evlerine döndükleri zaman büyükleriyle görüş alışverişinde bulundular. Onlar da: “Eğer kendisi ümmeti ile mübahaleye gelirse mübahale ederiz. Böylece peygamber olmadığını anlarız. Eğer yakınlarıyla gelirse mübahale etmeyiz. Zira hiç kimse kadın ve çocukları aleyhinde bir girişimde bulunmaz. Ancak hiçbir tehlikenin olmadığına iman ve yakini olursa ailesini getirir. Bu da iddiasında sadık olduğunu gösterir.
Sonraki günün sabahı peygamberin yanına gitmeye hazırlandılar. Peygamberin sadece İmam Ali, Hz. Fatma, İmam Hasan ve İmam Hüseyin ile mübahale için geldiğini gördüler. Hıristiyanlar: “Bunlar kimdir?” diye sordular. Dediler ki: o adam; onun damadı, vasisi ve amcasının oğludur. O, kızı Fatma’dır ve o iki çocuk; evladı Hasan ve Hüseyin’dir.” Hıristiyanlar dehşete kapıldılar ve Allah Resulü (s.a.v.)’e dediler ki: “Biz seni razı etmeye hazırız. Bizi mübahalede mazur gör.” Allah Resulü (s.a.v.) cizye vermeleri karşılığında onlarla anlaştı. Onlar da evlerine döndüler. (Tabatabai, c. 3, s. 361, İhticac, c. 1, s. 163, Hisal-i Şeyh Sadık, s. 550)
Peygamberin bu davranışından birkaç sonuç çıkartılabilir
a- Karşılık verme gücüne sahip olmakla beraber muhalifin davranışlarına tahammül etme.
b- Fikri ve itikadi farklılıklarla mücadele etme.
c- Mübahalenin Ehli Beyt’in azametine canlı delil olması.
d- Acaba mübahale genel bir hüküm müdür?
2- Sulha Davet
Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de şu emri vermektedir:
وَإِن جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ
Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. (Enfal, 61)[1] İslam peygamberi muhaliflere karşı bu emre uygun davranıyordu. Kur’an başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır:
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.” (Ali İmran, 64)
Tevhitte vahdet ve şirkin reddedilmesi İslam öğretisinde çok önemlidir. Bu tavsiye Kur’an’da zarafet ve icrai zaafı tanımakla yoldaştır. Enfal suresinin 58. ayetinde de şöyle denilmektedir:
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاء إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الخَائِنِينَ
(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.
3- İstikamet ve Tahammül
İslam peygamberi her durumda toplumun cehalet ve hurafe hastalıklarından korunması için gerekli ciddiyeti gösteriyordu. Müfessirler أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ “İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (Sad, 5) Ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: “Allah Resulü (s.a.v.) davetini görünür kıldığı zaman Kureyş’in önde gelenleri Ebu Talib’in yanına gittiler ve dediler ki: Yeğenin İlahlarımıza kötü sözler söyledi. Bize divane dedi. Gençlerimizi yoldan çıkardı ve birliğimizi bozdu. Eğer bunları para için yapıyorsa en zenginimiz olana kadar aramızda ona para toplarız. Eğer makam ve mevki istiyorsa onu padişahımız yaparız.”
Ebu Talib bu mesajı peygambere ulaştırdı. Allah Resulü (s.a.v.) amcasına buyurdu ki: “Ey amca! Eğer Kureyşliler güneşi sağ elime ve ayı sol elime verseler yine de bu işten el çekmem. Eğer bir cümlede benimle aynı görüşte olurlarsa bunun gölgesinde Araplara hükmedecekler ve Arap olmayanlar onların dinine tabi olacaklar. Cennetin sultanları olacaklar.”
Ebu Talib peygamberin bu mesajını müşriklere ulaştırdı. Dediler ki: “Bir cümle yerine on cümleyi kabul ederiz. O cümle nedir” Ebu Talib: “ (Allah Resulü dedi ki:) Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Resulü olduğuma şahadet eder misiniz?” dedi.
Müşrikler bu sözden dehşete kapıldılar ve dediler ki: “Biz 360 ilahı bırakıp da tek bir ilahın peşinden mi gidelim? Şaşılacak şey!” (Mekarim Şirazi ve diğerleri, a.g.e, c. 19, s. 214 ve Nuru’l-Sıkaleyn, c. 4, s. 442)
D- Olumsuz ve Hazfedici Tutum
1- Hidayet İçin Kenara Çekilme
Kur’an, yollarını değiştirir ümidiyle muhaliflerin batıl ve mantıksız meseleleri gündeme getirdikleri toplantılarından uzaklaşmayı emretmektedir. Allah Resulü (s.a.v.) muhaliflerinin sözlerini öyle bir şekilde dinliyordu ki onlar peygamberi etkilediklerini bu yüzden bu şekilde kendilerini dinlediğini zannediyorlardı. Halbuki peygamber hiçbir zaman onların söz ve yeminlerinin etkisinde kalmadı.
Allahu Teala birçok ayette peygamberine ümit vermekte ve müşriklerin komplolarının etkisinde kalmayıp iradesini sarsmamasını istemektedir. Aynı şekilde eziyetlerine göz yummasını ve Allah’a tevekkül edip düşmanların hile ve entrikalarından korkmamasını ve üzülmemesini söylemektedir.
وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Ahzab, 48)
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْ
Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme. (Nahl, 127)
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُن فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme. (Neml, 70)
Başka bir yerde düşmanlarının gizli ve açık bütün planlarından haberdar olduğunu söylemektedir:
فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
(Ey Muhammed!) Artık onların sözü seni üzmesin. Çünkü biz, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyoruz. (Yasin, 76)
Görevin Allah’ı anmak ve sabretmektir:
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى
O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki hoşnut olasın. (Taha, 130)
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ
Sabret. Şüphesiz, Allah’ın vaadi gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler. (Rum, 60)
Bir gün Allah Resulü (s.a.v.)’in düşmanlarından biri yanına geldi ve “السلام علیک” (selam üzerine olsun) diyeceğine “السّام علیک” (ölüm üzerine olsun) dedi. Hatta kaç defa bunu tekrarladı. Peygamberin intikam alma kudreti olmasına rağmen sadece “و علیک” (senin üzerine olsun) demekle yetindi. Orda bulunanlardan bazıları bundan çok rahatsız olmuşlardı. Peygambere: “Neden bütün bu hakaretlere cevap vermedin?” dediler. Peygamber: “و علیک” (senin üzerine olsun) demekle cevabını verdim, dedi.
Hicretin sekizinci yılında Allah Resulü (s.a.v.) Medine’den bir orduyla çıktı ve Mekke’yi fethetti. Mekke’deki bütün putları kırdı. Fetihten sonra en azılı düşmanlarını bile affetti. Hatta zehirli yemek hazırlayıp peygamberi öldürmek isteyen kadını bile affetti. (Hafız, Ebu Davud, Sünen-i İbni Davud, c. 2, s. 481)
Putperestlerin önde gelenlerinden biri olan Beni Ümmeye kabilesinden Safvan, Mekke’ye birkaç fersah uzaklıkta olan Cedde’ye kaçtı. Bazıları Allah Resulü (s.a.v.) yanına gelip onun için bağışlanma isteğinde bulundu. Peygamber sarığını ona gönderip amanda olduğunu ve bu şekilde Mekke’ye girebileceğini söyledi. Safvan Cedde’den döndü ve peygamberin yanına geldi. “Bana düşünmek için iki ay zaman ver” dedi. Peygamber ona dört ay zaman verdi. Geliş gidişlerinde bazen peygamberin yanında oturan Safvan bu mektep ve önderinin etkisinde kaldı ve kendi rızasıyla İslam’ı kabul etti.
Tevbe suresinin altıncı ayetinde düşmanlara aman verme dillendirilmiştir. İslam fıkhında da cihat konusu içinde düşmana aman verme hakkında geniş tartışmalar yaşanmıştır. Fakat bunları burada zikretmemizin bir zarureti yoktur.
2- Savunma ve Savaş Girişimi
Peygamberin gönderildiği dönemde cahili Arap toplumu şiir ve kılıç olmak üzere iki şeyi hayatlarının temel esası olarak kabul ediyor ve bunlarla övünüyorlardı. Bu yüzden toplumun ihtiyaçlarına uygun mucizelerin gösterilmesi gerekiyordu. Allahu Teala da ümmi olan peygamberini Kur’an’la gönderdi. Konu hakkında söz sahibi olan kimseler Kur’an’ın beyanları karşısında suskun kaldılar. Bununla mücadele ve mukabele edecek güçleri olmadığı gibi bunu eleştirip tahrip edecek güce de sahip değillerdi. O güne kadar böyle bir şey işitmemişlerdi. Bu yüzden temiz insanlar Hakka teslim oldular ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nübüvvetini onayladılar. Fakat asi kimseler bunu tekzip edip yalanladılar. Bununla fikri mücadeleye girişeceklerine görüş alışverişlerinin sonucu açık bir sihir olduğunu söylediler. Aynı zamanda Müslümanlara karşı farklı grupları bir araya getirmeye, kabileleri tahrik etmeye, ekonomik ambargolar uygulamaya ve nihayetinde de tevhit nurunu söndürmek için bütün güçleriyle savaşa giriştiler.
İşte burada peygamberin ikinci mucizesi olan kılıç müşriklerin kılıçları karşısında durabilmek için mücadele meydanına geldi.
İslam düşmanları bu meseleyi algılayamadıkları için peygamberin düşman saldırıları karşısındaki savunma veya bağımsızlık için verilen cihat emrini hakaret oklarına hedef kıldılar. Halbuki İslam peygamberi, düşünceleri özgür kılmanın önündeki engelleri kaldırmak ve cihattan başka bir seçeneğin kalmadığı durumda çöllerin karanlıklarında gelen cehaletin saldırıları karşısında kendisini ve halkı savunmak için kılıca sarılma emrini vermişti.
İslam düşmanları İslam’ın kılıç zoruyla ilerlediğini söylemektedirler. Halbuki peygamber zamanında vuku bulan savaşlarda ölenleri sayısı -ki aşağıda verilmiştir- başka bir şey söylemektedir.
1- Bedir savaşı: 84 ile 86 arası ölü
2- Uhud savaşı: 70 ile 109
3- Hendek savaşı: 9 ile 11
4- Beni Kurayza savaşı: 700 ile 900
5- Beni Mustalik savaşı: 10 ile 12
6- Hayber savaşı: 3 ile 96
7- Mute savaşı: 3 ile 21
8- Mekke fethi: 21 ile 39
9- Huneyn ve Taif savaşı: 85 ile 112
10- Diğer savaşlarda ölenler: 113 ile 333 kişi olduğunu zikretmişlerdir.
Son Söz
İslam Peygamberinden Özür Dileme
İslam peygamberinin yaşantısı ele alındığı zaman iki nedenden dolayı özür dilenmelidir.
1- İslam peygamberinin tasvirini Allah ve İmam Ali (a.s) betimlemelidir. Allah Resulü (s.a.v.) Emir el-Müminin’e şöyle buyurmaktdır: “Ali! Benden ve senden başka kimse Allah’ı tanımadı. Sen ve Allah’tan başka kimse beni tanımadı. Ben ve Allah’tan başka kimse seni tanımadı.”
Muhammed (s.a.v.) ve Ali (a.s.)’ın nur mektebinde yetişmeyenler Hakk Teala’yı hakkıyla tanıyamazlar. Zira bu bilgi özel olmayıp görünen bir bilgidir. Aynı zamanda insanın sahip olduğu kemal derecesine göre algılayabileceği bir bilgi türüdür. Bu bilgi okullarda öğretilen istidlali bir bilgi değildir.
İnsanoğlu o yüce peygamberin marifet ufuklarına ulaşamadığından Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde onu tanıtmaktadır. Allah kendi itaati ile peygamberinin itaatini bir arada zikretmiştir. Ona itaati kendine itaat kabul etmiştir. İslam peygamberine eziyet ve işkence edenleri dünyada şiddetli belalara ve ahirette şiddetli azaba duçar kılacağını söylemiştir. Allah kendi sevgisini ona itaat ile kayıtlandırmıştır. Resulü Ekrem’in yüce ilahi ahlakı, merhamet ve hoşgörüsü İslami vahdetin kaynağı sayılmış ve bu, Kur’an’da “Biz seni yüce bir ahlak üzere yarattık” tabiriyle beyan edilmiştir. Kur’an’da bu tabir sadece Allah Resulü (s.a.v.) hakkında kullanılmış ve onun insanların zincirlerden kurtuluş vesilesi olduğu söylenmiştir.
2- Böylesi bir makam ve şahsiyetin olmasına rağmen İslami toplum hayat için gerekli o ilahi nurun algılanması hususunda çabayı göstermeyip bundan gafil kaldılar. Karar ve amel sahnesinde fikri ve ahlaki ihtilaflara düştükleri için yaptıkları işlerde de bir netice alamadılar.
Nitekim her toplumun bir olguya ihtiyacı vardır ve bunun tanınması zaruri ve önemlidir. Kur’an-ı Kerim İslami topluma peygamberi olgu olarak tanıtmaktadır.
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
And olsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab, 21)
Allah Resulü (s.a.v.)’in hayatı ve İslam tarihi herkesin aynı oranda anlayamadığı akli çıkarımların aksine herkesin anlayabileceği sadeliktedir. Bundan ötürü sireti genele açık bir özelliğe sahiptir. Cahil bir bedevi Arap’tan büyük bir düşünür olan filozofa kadar herkes bundan yararlanmalıdır.
Bu boyutların tümü İslam tarihi ve İslam peygamberinin hayat tarzı hakkında kesinlikle araştırma yapılması ve buna dayanılması gerektiğini bizlere göstermektedir. Zira bu yolda yürümenin sonucu eğitim ve öğretim açısında en iyi yolda karar kılmaktır. Fakat bu yolun unutulması yüce insani değerlerden, fazilet meyvelerinden ve manevi hayattan yoksun olmaktır.
İmam Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “… Allah Resulü (s.a.v.)’in hayat tarzına ve yoluna tabi olman senin için yeterlidir. O, dünyanın kötülükleri, ayıpları, çirkinlikleri ve rüsvalıkları hususunda senin için iyi bir yol göstericidir. Dünya her taraftan peygamber için kapalıydı ama onun dışındakiler için açıktı. Dünyanın nimetlerini tatmadı, güzelliklerinden uzaklaştı.” (a.g.e, c. 2, s. 57)
İslam peygamberinin olgu olmasının nedeni özelliklerinin asalet ve kapsayıcılığından kaynaklanmaktadır.
İmam Ali (a.s.) bu hususta şunları söylemektedir: “Onu peygamberler ağacından, ışıklar saçan kandil konan yerden, en yüce yerden, Mekke’nin göbeğinden, karanlıkları ışıtan nurlardan, hikmet kaynaklarından seçmiştir.
İmam bir hekimdir ki devasıyla hastalarını dolaşır durur; yaralarına merhem sarar; gereken yaraları dağlayıp yakar; bereleri onarır; hastalara ilâç sunar kör gönülleri, sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir; sağlığa kavuşturur. Hikmet ışıklarıyla ışıklanmayan, karanlıkları aydınlatan bilgi yalımlarıyla tutuşup yalımlanmayan, otlayan dört ayaklı hayvanlara benzeyen, katı taşları kayaları andıran, gaflete düşmüş, hayrete uğramış kişileri ilâcıyla iyileştirmek için arar, bulur. Can gözü açık olanlara gizli şeyler açıklanmıştır; doğru yolda şüpheye kapılanlara gerçek, apaçık meydana çıkmıştır. Kıyamet, yüzündeki örtüyü açmıştır; gelip çattığına dair alâmetler belirmiştir.” (Nehcü’l-Belağa, Hutbe. 180)
İslam peygamberini örnek olarak kabul etmenin dünya hayatında çok olumlu etkileri olduğu gibi ahirette de Allah’ın sınırsız rahmetine ve ödülüne vesiledir. Nitekim İmam Ali (a.s.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kim kendi yatağında Allah’ı, peygamberini ve Ehli Beytini tanıyarak ölürse şehit olarak dünyadan gitmiştir ve ödülü de Allah’a aittir. Yapmayı kastettiği iyi amelleri sevabını da alacaktır.” (Deşti, a.g.e, s. 133)
Abbas Hadımiyan
Kaynaklar:
————————————
1- Araster Khu, Muhammed, Ferhenge Istılahate İlmi-İçtimai, Baskı. 2, Tahran, Neşre Gosterde Yayınları, h.ş. 1370.
2- İbni Esir, Ali bin Ebi Kerim, el-Kamil, Beyrut, Daru-Sadr Yayınları, h.ş. 1385.
3- El-Harani, İbni Şube, Tahfu’l-Ukul, Kum, Dehre İslami Yayınları, Baskı. 2, h. 1404.
4- Caferiyan, Resul, Pejohişi Der Sire-i Nebevi, Kum, Pejoheşgede Hovze ve Daneşgah Yayınları.
5- Hafız, Ebu Davud, Süneni Ebi Davud, Beyrut, Daru’l-Fikr Yayınları, c. 2.
6- Subhani, Cafer, Furuğe Ebediyet, Kum, Deftere Tebliğate İslami Yayınları.
7- Şeyh Saduk, Muhammed bin Ali bin Hüseyin Kumi, el-Amal, Tahran, Kitabkhane İslami Yayınları, Baskı. 4, h.ş. 1362.
8- Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, ter: Muhammed Bakır Musevi Hemedani, Kum, Deftere İntişarate Camee Muderrisin Hovze İlmiye Kum Yayınları.
9- Tebersi, Muşkilat el-Envar fi Garer-i Ahbar, Necef, Hayderiye Baskısı, h.ş. 1385.
10- Kumi, Şeyh Abbas, Sefinetu’l-Bihar, Meşhet, Bonyade Pejohişhaye Astane Kudse Rezevi Yayınları, c. 1, h. 1416.
11- Kuleyni, Muhammed bin Yakub, el-Kafi, Tahran, Daru’l-Kutub el-İslamiye Yayınları, c. 5, h.ş. 1365.
12- Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, Beyrut, el-Vefa Yayınları, h. 1404.
13- Muhammed bin Sad, el-Tebekat el-Kubra, Beyrut, Daru-Sadr Yayınları, c. 1, h. 1405.
14- Muhammed, Muhammedi İştihardi, Sire-i Çarde Masum, Muttahar Yayınları, h. 1381.
15- Muslim bin Haccac, Sahih-i Muslim, Beyrut, Daru’ul-Kutubu’l-İlmiye Yayınları, c. 5.
16- Mekarim Şirazi ve Diğerleri, Tefsir-i Numune, Tahran, Daru’ul-Kutubu’l-İslamiye Yayınları, c. 11, 19, 22, h. 1379.
17- Nehcü’l-Belağa, Tahkik Şeyh Muhammed Abduh, Beyrut, Daru’l-Marifet Yayınları, h. 1369.
18- Heytemi, İbni Haccer, Sevaik el-Muhrake, Mısır, Mektebeu’l-Kahire Yayınları, h. 1385.
——————————————————————————–
[1] Bu ayet Bedir savaşıyla ilgili nazil olmuştur. Allah Resulü (s.a.v.) birilerini müşriklerin yanına gönderdi ve mesaj verip dedi ki: “Ey Kureyşliler grubu! Ben size karşı savaşı başlatmaya meyilli değilim. Bu yüzden beni Araplarla baş başa bırakın ve buradan çekip gidin.” Utbe bin Rebie bu görüşü benimsedi ve dedi ki: “Böyle bir öneriyi reddeden bir kavim kurtuluşa ermez.” Akabinde kırmızı devesine bindi. Allah Resulü (s.a.v.) kendisini seyrediyordu. Devesini iki ordu arasında koşuşturup insanları savaştan sakındırıyordu. Allah Resulü (s.a.v.) buyurdu: “Eğer birinin yanında hayır ümidi olursa o da kırmızı devenin sahibinin yanındadır. Eğer Kureyş ona itaat ederse doğru yolu hidayet olunur.
Utbe bin Rebie müşriklerin karşısına geçip konuştu ve dedi ki: “Ey Kureyşliler grubu! Bana sadece bugün itaat edin ve hayatta olduğum sürece bir daha sözlerimi dinlemeyin. Ey insanlar! Muhammed yabancı biri değildir ki onunla savaşasınız. O sizin amcaoğlunuz ve zammenizde olan biridir. Eğer onu Araplarla baş başa bırakırsanız (ve onunla savaşmazsanız) eğer doğru sözlü olursa siz eskiden daha fazla yücelirsiniz. Eğer yalan söylüyorsa kurt Araplar ona yeter. (bkz. El-Mizan, c. 9, s. 33)