İmam Bakır (a.s)

0
Muhammed b. Munkedir şöyle diyor: Ali b. Hüseyin’den (a.s.) daha üstün birini görmedim, hatta bir gün onun oğlu Muhammed’i (a.s.) görüp nasihat etmek isterken o bana nasihat etti.

Tahzib-ut Tahzib, c: 9, s: 352)  Şia’nın beşinci imamı “Bâkır” lakabı meşhur olan Muhammed b. Ali b. Hüseyin’dir (a.s.). Doğumunun hicri 58 yılında olduğu söylenmiştir.[1] Yakubî O Hazretten şöyle naklediyor:

Ceddim Hüseyin (a.s.) şehid edildiği zaman ben dört yaşındaydım. O Hazretin şehid edilişini ve o gün başımızdan geçenlerin tümünü hatırlıyorum.[2]

Yakubi, İmam’ın 117 hicri yılında şehid edildiğini söylemiştir fakat şehadet yılının 114 yılı olduğu daha çok rivayet edilmiştir.[3] İmam Bâkır (a.s.), İbrahim b. Velid b. Abdül Melik tarafından zehirlenerek şehid edildi ve Baki kabristanında defnedildi.[4]

O Hazretin imamet delilleri Şia kitaplarında geniş ve detaylı bir şekilde ele alınmıştır[5] ve genel olarak imamların kendi zamanlarının zorlukları karşısındaki şiarları olan yüzüklerinin nakşı İmam Bâkır’ın yüzüğünde (Tüm izzet Allah’ındır) cümlesinden ibaret idi.[6]

Şiilerin beşinci imamı “Bâkır” lakabıyla meşhur olmuştur. “Bâkır” yaran anlamındadır. Bu terimin tevzihinde Cabir b. Yezid Cu’fi şöyle demiş:

O Hazret ilmi yarıp onun remz ve inceliklerini aydınlattı.[7]

Yakubi şöyle yazıyor:

İlmi yardığından dolayı “Bâkır” diye adlandırıldı.[8]

Muhammed b. Mükerrem de “Bâkır” kelimesi hakkında şöyle demiş:

Fazla ilim ve mala sahip olmaya “tabakkur” derler. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali (a.s.) de ilmi yarıp onun temellerini teşhis ve ilmin dallarını temellerinden istinbat etme tarzını beyan ettiğinden dolayı ona “Bâkır” denilmiştir.[9]

Cabir b. Abdullah Ansari İmam Bâkır’ın (a.s.) fazileti hakkında bir rivayet nakletmiştir ve İbn-i Şehr Asub’un yazdığına göre bütün Medine ve Irak fahikleri bu rivayeti nakletmişler.[10] Cabir bu rivayette şöyle diyor: Resulullah (s.a.v.) bana hitap ederek şöyle dedi:

“Sen benden sonra bir müddet yaşayacak ve bana çok benzeyen ve adı benim adımdan olan bir evladımı ziyaret edeceksin. Onu gördüğünde selamımı kendisine ilet ve bu siparişini mutlaka yerine getir, müsamaha etme.”

Tarih-i Yakubi’de bu hadisin devamının şöyle olduğu yazılmıştır:

“Cabir yaşlanıp ölümünün yaklaştığını görünce durmadan “Ya Bâkır! Ya Bâkır! Nerdesin?” diyordu. Nitekim bir gün O Hazreti görüp kendisini ona iletti. O Hazretin el ve ayaklarını öperek “Babası Resulullah’a (s.a.v.) benzeyene babam ve anam feda olsun. Resulullah (s.a.v.) sana selam söyledi” diyordu.[11]

Bu rivayet İmam Sadık’tan (a.s.) da nakledilmiştir ve O Hazret bu rivayetteki “Bâkır” kelimesini yüce babasına mahsus olan bir fazilet olarak nitelemiştir.[12]

Bu rivayetin Resulullah’tan (s.a.v.) nakledilmesi İmam Bâkır’ın (a.s.) bu lakapla meşhur olmasına neden oldu ve bundan sonra da O Hazretin meclisi çok sayıda Ehl-i Sünnet rivayetçi ve hadisçilerinin toplantı ve yararlanma merkezi olunca bu lakap amelen kendisini gösterdi.

Zeyd b. Ali Hişam’ın yanında iken, Hişam İmam Bâkır’ı (a.s.) bakara kelimesiyle vasıflandırmakla O Hazreti tahkir etmek isteyince Zeyd şöyle dedi:

“Peygamber onu “Bâkır-ul ilim” diye adlandırdı, sen ise bakara diye mi adlandırıyorsun? O halde Resulullah (s.a.v.) ile senin aranda mutlaka ihtilaf olmalıdır.”[13]

———————————————————————————————

[1] Keşf-ül Ğumme, c: 2, s: 177, Tebriz basımı/Bihar-ul Envar, c: 46, s: 217-218.

[2] Yakubi, c: 2, s: 320.

[3] El-Marifetu vet-Tarih (el-Fesva), c: 3, s: 346/Tarih-i Ebi Zaret-id Dimaşki, c: 1, s: 294-295.

[4] El-Fusul-ul Mühimme, s: 221.

[5] İsbat-ül Hüdat, c: 5, s: 263/İsbat-ül Vasiyet, s: 142/Bihar-ul Envar, c: 46, s: 229 ve sonrası/Kâfi, c: 1, s: 305/A’lam-ul Vera, s: 260/El-Basair, c: 4, Bab: 48/el-İmamet vet-Tabsire, s: 62-63 müesseset-ül İmam-il Mehdi.

[6] Kafi, c: 2, s: 473/Hilyet-ül Evliya, c: 3, s: 186/Tarih-i Cürcan, c: 419.

[7] İlel-üş Şerayi, c: 1, s: 233.

[8] Yakubi, c: 2, s: 320.

[9] Lisan-ul Arap “Bâkır” kelimesinin izahında.

[10] Bihar-ul Envar, c: 46, s: 294.

[11] Yakubi, c: 2, s: 320/el-Muntahab min Zeyl-il Müzil (Taberi), s: 642.

[12] El-İhtisas, s: 62.

[13] Uyûn-ul Ahbar, İbn-i Kutaybe, c: 2, s: 212.