Hilalle İlgili Sorular ve Yanıtları

0

Suudi Arabistan Suriye’deki Kan Gölünden Sorumlu”

“Aktarılan haberlere göre birkaç hafta önce Bender Washington’u ziyaret etti ve orada CIA ve Beyaz Saray yetkilileriyle bir araya geldi. Başkan Barack Obama ile de gizli bir toplantı yapmış olmalıdır.”

Şam yakın zamanda Suudi rejimine sert tepki gösterdi ve Riyad’ın Suriye’yi, yabancı destekli teröristlerle mücadelesinde Hizbullah’tan savaşçıları kabul etmesi nedeniyle kınamasının ardından krallığı “teröristleri desteklemekle” suçladı.

Suriye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefikleriyle yakın bir şekilde çalışan Suudi Arabistan ve Katar’ın, ülkesindeki çatışmadan ve süregiden kan gölünden sorumlu olduğunu ifşa etti.

Suriye Enformasyon Bakanı Umran el Zuabi’nin açıklamaları, Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal’ın ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Cidde’de buluşmasının ardından geldi. Prens Suud el-Faysal Suriye’de “yabancı işgali”nden söz etti ve ülkesinin, dünyanın her yerinden gelen El Kaide bağlantılı binlerce teröristi finanse ettiğini, silahlandırdığını ve onları Suriye’de savaşmaya teşvik ettiğini unuttu.

Gözlemcilere göre Suudi Arabistan’ın gerçek amacı, İran’ın müttefiki olması nedeniyle Beşar Esad hükümetini tasfiye etmek ve yerine Suudi yanlısı aşırıcı bir hükümet geçirmek. Bu, Riyad’ın Şii liderliğindeki Irak hükümeti üzerindeki baskısını arttırmasını ve Lübnan’da Hizbullah’a karşı Suudi yanlısı ve Batı yanlısı güçleri teşvik etmesini de sağlayacaktır.

Yakın zamanda Ahmed Carba’nın yabancı destekli Suriye Ulusal Koalisyonu’nun başkanlığına seçilmesi, daimi olarak bölünmüş haldeki muhalefet gövdesi üzerindeki Suudi Arabistan etkisini arttırdı ve Katar liderliğine ciddi bir darbe indirdi. Suriye’nin doğusundaki Haseke eyaletinden bir aşiret lideri olan Carba, güçlü Suudi bağlantılarına sahip. Bu görevi Katar destekli bir figür olan işadamı Mustafa Sabbah’tan devraldı. McClatchy News’e göre Carba, “Suudi istihbarat servislerinin önde gelen üyeleriyle yakın temas halinde”. Bu, onun bir Suudi ajanı olduğunun kibarca söylenişidir. Sabbah’ın kendisi ise, “Suriye dosyasının şimdi Suudi Arabistan’ın ellerinde olduğunu” söyledi.

Carba, Esad hükümetiyle barış görüşmelerini reddettiğini açıkça ifade etti; böylelikle Suudi rejimine kazanç sağlayan ve daha fazla masum Suriyelinin canına mal olan şiddet döngüsünün devamından yana olduğunu ifade etmiş oldu.  Carba, “bu koşullarda 2. Cenevre konferansına katılmak imkansızdır” dedi. Bir süredir Suriye’deki olayları takip eden siyasal gözlemciler, bu “koşullar”ın yabancı destekli teröristlerin Esad hükümeti güçleri tarafından askeri bakımdan devamlı olarak yenilgiye uğratılması olduğunu anlıyorlar.

Riyad’ı savaşı körüklemeye daha da fazla girişmeye iten şey, militanların zafere umutsuzca duyduğu bu ihtiyaçtır. Carba’yı vekil olarak kullanan Suudi hükümeti, Suriye’ye karşı savaşta yeni ve daha da ölümcül bir evre başlattı. Carba, koalisyon başkanı olarak geçirdiği ilk iki günde, militanların yakında “Suudi Arabistan’dan yeni sofistike silah sevkiyatları” alacağını duyurdu.

Suudi Dışişleri Bakanı Suud el Faysal ise her türlü müzakereye dayalı çözümü reddetti ve Suudi Arabistan’ın istediği tek senaryonun rejimin topyekun çöküşü ve arkasından da Suudi yanlısı unsurların Suriye’deki yeni iktidar yapısında baskın bir konum işgal edecekleri bir çözüm olduğunu netleştirdi. Bunun sonucu olarak Suudi Arabistan, 2. Cenevre konferansını sabote etmek için elinden geleni yapıyor.

Geçen yıl ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un üzerinde anlaşmaya vardığı bu konferansın Mayıs ayında gerçekleşmesi isteniyordu, ancak konferans defalarca ertelendi ve şimdi yapılıp yapılmayacağı şüpheli. Bunun büyük ölçüde nedeni, Batı’nın ve Fars körfezi monarşilerinin gözde müşterilerinin, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal koalisyonunun, savaşı kaybediyor olmalarından ötürü bu konferansa katılmayı reddediyor olmaları.

Avrupa, Bender’in talebini görmezden geldi

Bununla birlikte dünyanın pek çok hükümeti Suudilerin konumunu desteklemiyor ve Suriye’de bütün dünya için, özellikle de Avrupa için ciddi bir tehdit olacak El Kaide bağlantılı veya Taliban tarzı aşırıcı bir rejim istemiyor. Manidar bir şekilde, Suudi istihbarat servisi şefi Prens Bender bin Sultan’ın yaptığı son Avrupa turu hem Suudi Arabistan hem de kendisi için başarısızlıkla sonuçlandı. Bender bin Sultan Avrupa ülkelerini Suriye muhalefetine yönelik askeri yardımı arttırmaya ikna etmeye çalıştı, ancak bu ülkelerin tümü oybirliğiyle bu talebi reddetti. Kısa süre önce iki Fransız milletvekili, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a Suriye krizine yaklaşımda makul olmaya başlama ve muhalefet silah tedarikini reddetme çağrısı yaptı

Jacques Mayar ve Alain Marsaud konuya ilişkin açıklamalarında “Maskeler düştü ve Suriye muhalefeti içindeki bazı figürlerin gerçek yüzü ortaya çıktı. Muhalefet demokratik akımları da içeriyor olsa da, ayakta kalan akımların çoğu aşırıcı” diye yazdı ve ekledi: “Bu muhalefete silah tedariki sadece Suriye’de değil, Ortadoğu çapında daha fazla kaosa neden olacaktır.”

Uzun yıllar Suudi Arabistan’ın ABD büyükelçiliğini yapan Bender, Washington’un krallık içindeki güçlü adamı. Onun içerideki görevi, birinci nesil prenslerden ikinci nesil prenslere iktidar devri sürecini korumaktır. Dışarıdaki görevi ise direniş eksenini yok etmeyi veya zayıflatmayı amaçlayan bir gündemi hayata geçirmektir ki bu amaç, ABD tarafından da paylaşılmaktadır. Bender aynı zamanda CIA ve ABD’deki karar alma merkezleri ve kuruluşlarıyla da yakından bağlantılıdır.

Aktarılan haberlere göre birkaç hafta önce Bender Washington’u ziyaret etti ve orada CIA ve Beyaz Saray yetkilileriyle bir araya geldi. Başkan Barack Obama ile de gizli bir toplantı yapmış olmalıdır. Obama, Suudilerin Lübnan ve Suriye meselelerinin yönetilmesi işinin sadece kendilerine verilmesi talebini, Bender’in sorumluluğu üstlenmesi şartıyla kabul etmiş olmalıdır.

Bu yüzden ABD hükümeti, Suudi müttefikinin Suriye’ye, aralarında bu ülkede savaş eğitimi alan ve daha sonra ülkelerine geri döndüklerinde bilgi ve becerilerini pratiğe dökebilecek olan yüzlerce Batılı militanın da olduğu uluslararası teröristleri göndermeye devam etmesine izin verdi.

Ortadoğu üzerine çalışan ünlü gazeteci Robert Fisk, ironik bir şekilde Obama yönetiminin Suriye’de demokrasi istediğini iddia ettiğini belirtti ve şunları söyledi: “Fakat Katar yönetimi bir otokrasidir ve Suudi Arabistan, Arap dünyasındaki en kötü diktatörlüklerden biridir. Her iki devlette de iktidar aile içinde devrediliyor ve Suudi Arabistan, Suriye’deki Selefi-Vahhabi isyancıların müttefiki. Tıpkı Afganistan’ın karanlık dönemleri boyunca, Ortaçağ’dan kalma Taliban’ın en ateşli destekçisi olduğu gibi.”

Hizbullah’a karşı Suudi rolü

Suudi rejiminin istikrarsızlaştırma rolü sadece Suriye’yle sınırlı değil ve bunu Lübnan’da da görmek mümkün. Bazı Lübnanlı medya kuruluşları, 9 Temmuz günü Güney Beyrut’taki Bir el-Abid banliyösündeki patlama nedeniyle Suudi Arabistan’ı suçladı. Lübnanlı kaynaklara göre saldırı, terörist bir grubun değil, profesyonel bir istihbarat servisinin işiydi. Bu kaynaklar, Bender bin Sultan’ın, Suriye savaşındaki rolü nedeniyle Hizbullah’ı zayıflatma ve ona baskı uygulama planının ifasında bir rolü olduğunu varsayıyorlar.

Sözü edilen Lübnanlı kaynaklar, El Kuseyr çatışmasının Suriye çatışmasında belirgin bir dönüm noktası ve beraberinde yabancı destekli militanlar için kesin bir yenilgi ve bölgede Suudi rolünün zayıflaması anlamına geldiğini, Suudi Arabistan’ın da bunu anladığını söylüyorlar. Suudi rejiminin direniş eksenini tasfiye etme projesi, Suriye Arap Ordusu ile birlikte Hizbullah tarafından sabote edildi.

Bu nedenle Suudi Arabistan, uzlaşmaz tutumu ve Suriye’deki terörist ve aşırıcı gruplara olan devamlı desteğiyle, dünyanın istikrarını ve Suriye’nin geleceğini riske atmaktadır. Suudi silahları şimdiden El Kaide bağlantılı grupların elindedir ve bu gruplar Suriye’de bu silahlarla katliamlar yapmakta, her tür suçu işlemektedir. Aynı zamanda bu silahların bu gruplar tarafından Batı ülkeleri de dâhil olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde terörist saldırılar gerçekleştirmek üzere kullanılması tehlikesi de bulunmaktadır.

Yusuf Fernandez  / Press TV

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com

 

——————————

 

Hilâlin görülmesinde ufukların bir olması şart mıdır? Ufukların bir olmasından maksat nedir?

1- Bildiğiniz gibi ayın sonunda (veya başında) hilâlin durumuyla ilgili üç olasılık vardır:

a) Hilâlin batışı güneşin batışından önce olur.

b) Hilâlin batışı güneşin batışıyla aynı zamanda olur.

c) Hilâlin batışı güneşin batışından sonra olur.

Buna göre şu soruları aydınlatmanızı rica ediyoruz:

Birincisi: Fıkhî açıdan yukarıdaki üç durumdan hangisi ayın ilk günü sayılır?

İkincisi: Bu üç durumun hassas cihazlarla dünyanın en uzak noktaları için hesaplandığını varsayarsak, bu hesaplardan ayın ilk gününü önceden tespit etmek için istifade edebilir miyiz, yoksa gözle görmek mi şarttır?

C: Ayın ilk gününün tespitinde ölçü, güneşin batışından sonra batan veya güneşin batışından önce normal yolla görülebilen hilâldir.

2- Herhangi bir şehirde şevval ayının hilâli görülmediği hâlde, radyo ve televizyondan şevval ayının girdiğinin ilân edilmesi yeterli midir, yoksa bunu araştırmak mı gerekir?

C: Hilâlin görüldüğüne veya veliyy-i fakih tarafından bayram olduğuna dair hüküm verildiğine güven verirse, yeterlidir ve araştırmaya gerek yoktur.

3- Havanın bulutlu oluşu veya başka sebeplerden dolayı ayın ilk gününün hilâlini görmek mümkün olmaz, böylece ramazan ayının ilk günü veya mübarek Ramazan Bayramı tespit edilemezse, şaban veya ramazan ayı otuz gün olarak tamamlanmadan Japonya”da olan bizlerin İran”ın ufkuna uyarak amel etmemiz caiz midir, yoksa takvime mi güvenmemiz gerekir? Hükmümüzü açıklar mısınız?

C: Ufukları bir olan komşu şehirlerde bile ne hilâli görme yoluyla, ne iki adil şahidin tanıklık etmesi yoluyla ve ne de şer”î hâkimin hüküm vermesi yoluyla ayın ilk günü tespit edilmezse, ayın ilk günü olduğundan emin olmak için ihtiyat etmek gerekir. Japonya”nın batısında yer alan İran”da hilâlin görülmesi, Japonya”da yaşayanlar için geçerli değildir.

4- Hilâlin görülmesi hususunda ufukların bir olması şart mıdır?

C: Ufukları bir olan veya yakın olan beldelerde veya doğuda yer alan beldelerde hilâlin görülmesi yeterlidir.

5- Ufukların bir olmasından maksat nedir?

C: Maksat, aynı meridyen çizgisinde yer alan şehirlerdir; aynı meridyende yer alan iki şehre, o iki şehrin ufukları birdir, denir.

6- Ayın 29″unda Tahran ve Horasan”da Ramazan Bayramı olursa, Tahran ve Horasan”la ufukları bir olmayan mesela Buşehr”de yaşayanların da bayram etmeleri caiz midir?

C: İki şehrin ufku arasındaki fark, birinde hilâl görüldüğünde ötekisinde görülmeyecek kadar fazla olursa, batıda olan şehirlerde hilâlin görülmesi, güneşin batıda olan şehirlere oranla daha önce battığı doğudaki şehirlerin ahalisi için yeterli değildir; ama aksi olursa, yeterlidir.

7- Bir şehrin âlimleri arasında hilâlin sabit olup olmadığı konusunda ihtilâf olur ve mükellef onların hepsini adil olarak tanır ve her birinin araştırmasında hassas olduğundan emin olursa, bu durumda mükellefin vazifesi nedir?

C: Eğer aralarındaki ihtilâf ret ve ispatta olursa, yani bazıları hilâlin göründüğünün ve bazıları ise görünmediğinin sabit olduğunu iddia ederlerse, bu; iki şahadetin çelişmesi hükmüne girer. Bu durumda, mükellef her iki görüşü bırakıp, (amelî) ilkenin (istishabın) gerektirdiğine göre amel etmelidir. Ancak eğer aralarındaki ihtilâf hilâlin görülüp görülmediğinde olursa, yani bazıları hilâli gördüklerini iddia eder ve bazıları ise hilâli görmediklerini söylerlerse, en az iki adil olmaları hâlinde, hilâli gördüklerini iddia edenlerin sözleri mükellef için şer”î hüccettir ve ona uyması gerekir. Aynı şekilde şer”î hâkim hilâlin sabit olduğuna hükmederse, bütün mükellefler için hükmü şer”î hüccettir ve ona uymaları gerekir.

8- Bir adam hilâli görür ve hâkimin bulunduğu şehirde herhangi bir sebepten dolayı hilâli görmesinin mümkün olmadığını bilirse, hilâli gördüğünü hâkime bildirmekle yükümlü müdür?

C: Bildirmesi farz değildir. Ancak bildirmediği takdirde şer”î açıdan kötü bir sonuç (mefsede) ortaya çıkacaksa, bildirmelidir.

9- Bildiğiniz gibi büyük fakihlerin çoğu ilmihâllerinde şevval ayının ilk gününün sabit olmasını beş yolla sınırlandırmış, ama şer”î hâkimin yanında sabit oluşunu o yollardan biri olarak saymamışlardır. Bu durumda, sırf şevval ayının ilk gününün bazı taklit mercilerinin yanında sabit oluşuyla müminlerin çoğu nasıl bayram edebilirler? Bu yolla hilâlin sabit oluşuna güvenmeyen bir kimsenin vazifesi nedir?

C: Şer”î hâkim, hilâlin sabit olduğuna hükmetmedikçe, sırf onun yanında sabit olması başkalarının kendisine uyması için yeterli değildir. Ancak bununla hilâlin sabit olduğuna dair bir kimsede güven hasıl olursa, yeterlidir.

10- Müslümanların veliyy-i emri, örneğin yarının Ramazan Bayramı olduğuna hükmederse ve radyo-televizyon falan filân şehirlerde hilâlin görüldüğünü bildirirse, bayram bütün beldeler için mi sabit olur, yoksa sadece o şehirlerde ve o şehirlerle ufukları bir olan şehirlerde mi sabit olur?

C: Hâkimin hükmü bütün beldeleri kapsarsa, hükmü tüm beldelerin şehirlerinde geçerlidir.

11- Hilâlin küçük, ince ve ayın ilk gecesinin hilâlinin özelliklerinde olması, önceki gecenin ayın ilk gecesi olmadığına ve önceki ayın otuzuncu gecesi olduğuna delil olabilir mi? Yine bir kişi yanında Ramazan Bayramı sabit olur, sonra bu yolla önceki günün bayram olmadığını anlarsa, ramazan ayının otuzuncu gününün kazasını ifa etmesi farz olur mu?

C: Sırf hilâlin küçük ve alçakta olması veya büyük ve yüksekte olması, ince veya kalın olması, ayın birinci veya ikinci gecesinin hilâli oluşuna şer”î bir delil değildir. Ancak mükellef için bundan bu hususta kesin bir kanaat hâsıl olursa, kanaatine göre amel etmesi gerekir.

12- Ayın dolunay hâlinde olduğu geceye (ayın on dördüncü gecesine) istinaden ayın ilk gününü hesaplayarak, örneğin şüpheli günün ramazan ayının otuzuncu günü olduğuna hükmedip, bir delil üzere o gün oruç tutmayan kimsenin ramazan ayının otuzuncu gününün kazasını tutması gerektiği ve ramazan ayının bâki olduğunu istishap ederek oruç tutan kimsenin de mükellefiyetinin kalmadığı sonucuna varmak caiz midir?

C: Söz konusu durumlar, zikredilen hususlar için şer”î bir delil değildir. Ancak mükellefte kesin bir kanaat oluşturursa, kanaatine göre amel etmesi gerekir.

13- Kamerî ayların ilk gecelerinde ayı görmeye çıkmak farz-ı kifâye midir, yoksa farz-ı ihtiyat mıdır?

C: Ayı görmeye çıkmak kendiliğinde şer”î bir farz değildir.

14- Şaban ayı otuzla bitmese bile mübarek ramazan ayının ilk ve son günü hilâli görmekle mi tespit edilir, takvimle mi?

C: Ramazan ayının ilk günü şu yollarla tespit edilir:

a) Mükellefin şahsen hilâli görmesiyle.

b) İki adil kişinin şahadetiyle.

c) Halk arasında kesin kanaat getirecek derecede yaygınlaşmasıyla.

d) Şaban ayından otuz gün geçmesiyle.

e) Şer”î hâkimin hükmüyle.

15- Herhangi bir ülkenin hilâlin görüldüğüne dair ettiği ilâna uymanın caiz olduğu ve bu ilânın hilâlin diğer beldelerde sabit olduğuna ilişkin ilmî bir ölçü niteliğini taşıdığı durumlarda, bu ülkenin İslâmî bir yönetime sahip olması şart mıdır? Yoksa zalim ve fasık bir yönetimi olsa bile buna uyulabilir mi?

C: Bu hususta ölçü, (ufukların yakınlığı açısından) mükellefe göre yeterli olan bir bölgede hilâlin görüldüğüne dair güven hâsıl olmasıdır.

16- Eğer hilâl bir şehirde sabit olursa, özellikle mübarek ramazan ayının hilâli konusunda, bütün şehirleri kapsar mı?

C: Hilâlin görüldüğü şehre yakın olan şehirleri veya güneşin kendisinden daha geç battığı şehirleri kapsar.

17- Eğer öğleden önce hilâl görülürse, hilâlin görüldüğü gün sonraki aya mı ait olur?

C: Öğleden önce olsa bile sırf hilâlin gündüz görülmesi, o günün sonraki aya ait olduğuna dair şer”î bir hüccet teşkil etmez. Ancak eğer bu durum hilâlin görüldüğü günün sonraki aya ait olduğuna dair kesin bir kanaat oluşturursa, o güne sonraki ayın hükümleri uygulanır.

18- Acaba hilâlin çember şeklinde oluşu, iki gecelik olduğunu gösterir mi?

C: Hilâlin çember şeklinde oluşu, iki gecelik olduğuna şer”î bir hüccet teşkil etmez.

19- Mübarek ramazan ayının girdiğine dair bilgi edinemeyen mahpus ve esirin hükmü nedir?

C: Eğer ramazan ayının girdiğine dair zan edinebilirlerse, zanlarına uymaları gerekir; aksi durumda tuttukları orucun ramazan ayından önce gerçekleşmiş olmadığından, aksine ya ramazan ayında veya ramazan ayı bittikten sonra gerçekleşmiş olduğundan emin oluncaya kadar orucu geciktirebilirler.

20- Hilâlin kayboluşu günbatımındaki kızıllıktan sonraya sarkarsa, bu durum, hilâlin iki gecelik olduğunu gösterir mi?

C: Hilâlin günbatımındaki kızıllıktan sonra kayboluşu, iki gecelik olduğunu göstermez.

21- Mükellef oruç tutmaz, sonra şer”an muteber olan yollardan biriyle hilâlin sabit olduğu ortaya çıkarsa, günün geri kalan bölümünde orucu bozan şeylerden sakınması gerekir mi?

C: Saygı için günün geri kalan bölümünde orucu bozan şeylerden sakınması gerekir.