En önemli vazifemiz

0
Müslümanların içtimai vazifelerin en başında tevhid inancını yaymak gelir. Bu konuda bütün Müslümanlar sorumlu tutulmuştur.
 Herkes kendi bilgi birikimi ve kabiliyetleri doğrultusunda tevhid akidesinin yayılması için gayret sarf etmelidir. Bugün birçok Müslüman bu sorumluluğunun farkında bile değildir. Oysaki yarın hak divanında bu konuda da mesul olacağımızdan hiç kuşku yoktur.  Her Müslüman mutlaka bu uğurda çalışmalı ve bu çalışmaları yaparken de takvalı olmayı esas almalıdır. Bu yolda çekilen çileleri ab-ı kevser gibi görmeli ve Allah yolunda birtakım zahmetler çekiyorsa, buna da sevinmelidir. Zira bir ayeti kerimede mealen şöyle buyrulur:

“Allah müminlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler. Bu Allahın üzerine borç aldığı ve hem Tevratta, hem İncilde, hem de Kuranda yer verdiği bir sözdür. Allahtan daha çok sözünde duran kim olabilir ki? O halde yaptığınız bu alışverişe sevininiz. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.” (Tevbe, 111)

İnsanları tevhid akidesini yaymak gibi kutsal bir görevden alıkoyan faktörlerin başında dünya sevgisi gelir. Hiç kuşku yok ki dünya hayatının geçici menfaatlerine aldanarak, bu büyük vazifeden yüz çevirenler yaşadıkları asrın gafilleridirler. Ulvi bir amaç için harcanmayan bir ömür adeta bir bitkinin veya hayvanın ömründen farksızdır. Eşref-i mahlukat olmak nerededir, insan dışındaki varlıkların seviyesine düşmek nerededir? İnsan ya adam gibi hayat gayesine uygun bir yaşam tarzını seçer insan olur Ahsen-i takvim´e ulaşır ya da bu gayeden azade kalır esfel-i safilin´e iner.

Yüce Allah müminlerden hak yolunda üstün bir gayret göstermelerini bekler. Dolayısıyla müminlerin bulundukları yerde bir ıslah etme mecburiyetleri vardır. Kendisinden beklenilen vazifeyi yapmayanların ve boyunlarına kadar dünyaya dalanların sonu ise bir felakettir. Nitekim Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur:

“Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız, horlanmış ve Allahın rahmetinden kovulmuş olarak oraya girer. Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu ister de mümin olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir, emeklerinin karşılığını alırlar” (İsra, 18,19)

Kendi kendimize şöyle bir soru sormalıyız: İnançları uğruna sıkıntı çeken, bir çok zorlukla karşılaşan, yeri geldiğinde canını ve malını feda eden insanların yaptıkları fedakârlıkları yapmadan acaba cennete girmek mümkün müdür?

Kur´an´da “Yoksa sizden önce gelenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız” (Bakara, 214) buyrulduğuna göre bizden önce yaşayanların çektiği sıkıntıları çekmeden, bir şeyleri feda etmeden öyle bedavadan cennete girmek yoktur. Bediüzzaman hazretlerinin de buyurduğu gibi cennet ucuz, cehennem de lüzumsuz değildir.

Peygamberler bile ömürlerini çile ve sıkıntılar içerisinde geçirmişken, bizlerin böyle bedava bir cenneti ummamız ne derece doğrudur? Tevhid akidesini yayma uğrunda Önderimiz Rehberimiz Liderimiz Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu uğurda çeşitli eziyet, hakaret, suikast ve işkencelere maruz bırakılmıştır.

Sonuç itibari ile Müslümanlar olarak bizlere düşen birçok vazifeler vardır. Tevhid akidesinin tüm dünyaya yayılması ve Hakk´ın hakim olması için bütün gücümüzle çalışmak zorundayız. Aksi takdirde “ümmetim ümmetim” diyerek son nefesini veren Efendimiz bizlerden razı olmayacaktır. Ehli Beyt´i ve eshabı bizden razı olmayacaktır. Ciğeri sökülerek şehid edilen Hz. Hamza ve ölünceye değin iffet yerlerine mızraklarla vurulan İslam´ın ilk kadın şehidi Hz. Sümeyye bizlerden razı olmayacaktır. Onlar bu acılara katlanmışken, bizim elimizi taşın altına koymak istemeyişimizin ve tevhid akidesini yaymak için fedakârlık yapmamamızın hiçbir açıklaması olamaz.

Aydın Başar