Ehlibeyt İnancına Göre Ölüm Nedir?

0

Kafkaslı /İstanbul

Değerli Kardeşim:
Ölüm, yok olmak demek değildir. Ölüm, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. Ruhun, bedenden ayrılmasıdır. Ölüm, insanın bir hâlden, başka bir hâle dönmesidir. Bir evden, bir eve göç etmesi gibidir.   Ölüm, mü’mine hediyedir, nimettir. Günahı olanlara musibettir. İnsan ölümü istemez. Hâlbuki ölüm, fitneden hayırlıdır. İnsan yaşamayı sever. Hâlbuki ölüm, ona hayırlıdır. Salih olan mü’min, ölüm ile dünyanın eziyet ve yorgunluğundan kurtulur. Zalimlerin ölümü ile memleketler ve kullar rahata kavuşur.

Bir zalimin ölümünde, söylenen eski bir beyt şöyledir:

Ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzûr,
Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubûr.

Mü’minin rûhunun bedenden ayrılması, esirin hapisten kurtulması gibidir. Mü’min öldükten sonra, bu dünyaya geri gelmek istemez. Yalnız şehitler, dünyaya geri gelip bir daha şehit olmak ister. Ölüm, her Müslüman için hediyedir. Bir adamın dinîni, ancak mezarı korur. Mezardaki hayat ise, ya Cennet bahçelerinde bulunmak veyahut da Cehennem çukurlarında bulunmak gibidir.

Ölüm Haktır

Ölümden kurtulmak, mümkün müdür? Elbette değildir. Kimsenin bir saniye bile yaşamaya elinde imkânı yoktur. Eceli gelen ölür. Bu vakit, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir andır. Kur’ân-ı kerimde bir ayet-i kerimede mealen, (Ecelleri geldiği zaman, onu bir saat ileri ve geri alamazlar) buyurulmuşdur.

Allah’u Tebarek ve teâlâ bir kimsenin ölümünü nerede takdir etti ise, o kişi malını, mülkünü, evlâdını bırakıp orada vefat eder.

Allah’ü Tebarek ve teâlâ, bizim günde ne kadar nefes alıp verdiğimizi bilir. O’nun bilmediği bir şey yoktur. İman edip hayatımız, ibadet ile geçti ise sonu saadet olur. Allah’ü Tebarek ve teâlâ Azrail’e buyurur ki: (Dostlarımın canını kolay al, düşmanlarımın canını güç al!). İman sahiplerine, bu ne büyük müjdedir. İmandan mahrum kalanlar için de, ne büyük felâkettir.

Yüce Allah’ın, insanları ölümden sonra sorguya çekmek üzere dirilteceğine inanıyoruz. “Hiç kuşkusuz kıyamet gelecektir; onda hiçbir şüphe yoktur ve hiç kuşkusuz Allah kabirlerde onları diriltecektir.”(Hacc-7) İyi insanlara iyiliklerinin karşılığını verecek, kötüleri de kötülükleriyle cezalandıracaktır. “Kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandırması için…”(Necm-31) “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilmesi için geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.

Ölüm, bazıları için dehşet verici ve korkunç bir olaydır. Ama bütün ilahi dinlerde olduğu gibi, İslami dünya görüşünde de ölüm, farklı bir şekilde değerlendirilmektedir.

İslam açısından ölüm, ebedi olan bir âleme geçiş kapısı ve köprüsü olup, aslında ikinci bir doğum demektir. Bu kapı ve köprüden herkes geçecektir. Ancak bu geçiş, bazıları için üzücü ve acı olabileceği gibi, kendileri ile bu önemli yolculuk için yeterli azık götürenlere sevindirici ve çok tatlı bir yaşantının başlangıcı olacaktır.

Kur’an-ı Kerim, Hz. Resul ve Ehl-i Beyt İmamları bu konu üzerinde fazlasıyla durmuş ve farklı tabirlerle herkes için geçerli olan bu önemli ve kesin geleceğin hakikatini açıklamışlardır.

Kur’an-ı Kerim ve Ölüm

Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Mükâfatlarınız, ancak kıyamet günü eksiksizce ödenecektir…” (Al-i İmran: 185)

Bu ayette ölümün tüm canlı varlıklar için geçerli kesin bir kural olduğundan bahsedilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, ölümün inanlar için verilmiş bir söz, inanmayan ve dalalete sapanlar için ise, bir tehdit niteliğini taşıdığını vurgulamaktadır.

Allah Teala’nın: “Şüphesiz amellerinizin karşılığını kıyamet gününde alacaksınız” buyruğu, dünyanın amel yeri olduğuna, ahiretin ise, amel yeri olmayıp hesap yeri olduğuna işaret etmektedir.

Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu gün amel günüdür, hesap günü değil, yarın ise hesap günüdür, amel günü değil.” ( Nehc-ül Belağa Hutbe: 42)

Bir çokları, ölümü yok oluş ve her şeyin son bulması zannettiklerinden, ölümden korkarlar. Oysa Kur’an-ı Kerim, ölümün yok olup gitmek olmadığını ve yalnızca madde ötesi olan ruhun maddi bedenle olan irtibatının kesilmesi olduğunu beyan etmiştir.

Bu anlam, ölümün beyanında kullanılan-teveffa- kelimesinden anlaşılmaktadır. Bu kelime, Arapçada bir kimsenin hakkının tamamını alması anlamında kullanılmıştır. (Mecme-ül Beyan c. 8 s. 645)

Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Allah nefisleri, ölümü anında, henüz ölmemişlerin de uyudukları sırada (ruhlarını) alır. Böylece ölümüne hükmettiklerini (kıyamete kadar) alıkor. Diğerlerini (uykudakileri), mukadder bir müddete (ecellerinin sonuna) kadar salıverir. Şüphe yok ki; bunda, düşünen bir kavim için (Allah’ın kudret ve ilmine delalet eden) alâmetler vardır.” (Zümer: 42)

Allah Teala, ölüm olayının kolayca kavranılması için, bu ayet-i kerimede uyku misalini zikretmekle, uykuda olanların ruhlarının bedenleri ile ilişkilerinin azalmasının ölüme bir misal teşkil ettiğini vurgulamıştır.

Ayette geçen (enfus) kelimesinden maksat insanların bedenlerine ait olan ruhlardır. Yani; ölüm halinde ruhun bedenle alakası kesilir ve artık ruhun beden üzerinde herhangi bir idare ve tasarrufu kalmıyor.

Ayette geçen –mevti ha- kelimesinden maksat, bedenlerin ölümüdür. Kur’an-ı Kerim, uyku halinde alınan ruhlarla, ölüm anında bir daha bedene dönmemek üzere alınan ruhlar arasında fark gözetip, iki kısma ayırarak, ölüm fermanı gelmeyenlerin ruhlarının belli bir müddete kadar yaşamak için tekrar bedenlerine döndürüldüğünü belirtmiştir.

Bu ayet-i kerime, insanları uyuduktan sonra tekrar uyanmak üzerinde tefekkür ederek, bu günlük hadiseden bile ibret almaya davet etmektedir. Bilmeliyiz ki, her şeyin tedbir ve idaresi Allah’ın elindedir. Bir gün herkes nihayet onun tarafına dönüp hesaba çekilecektir.

Bu ayet-i kerimeden, insan ruhu ile bedeni arasında yakın bir bağlantı olmasıyla birlikte, ruhun müstakil bir varlık olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü ruh uyku halinde, özellikle de rüya halinde, bedenden ayrılıp müstakil yaşayabilmektedir.

Ayrıca, bu ayet-i kerimede ölüm ve uykunun her ikisi de “teveffi” olarak zikrediliyor. Bu ise, ruhun alınmasıdır. Aralarındaki önemli fark şudur ki; ölüm, ruhun bir daha bedene dönmemek üzere alınması, uyku ise, ruhun alınıp tekrar bedene dönebilmesidir.

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Uyku halinde olan her şahsın ruhu gök alemine yükselir, ama can bedende kalır. O halde ruh ile can arasında, güneş ile ışını arasında olan bağlantıya benzer bir bağlantı vardır. Eğer Allah Teala, ruhun alınması için izin verirse, can da ruha döner, ama eğer ruhun alınmasına izin vermezse, ruh cana doğru döner. İşte Allah Teala’nın “Ruhları ölüm anında alır…” buyruğunun anlamı budur.”( Tefsir-i Numune c. 19 s. 478)

Demek ki, ruh bedene oranla üç özelliğe sahiptir:

1- Tam irtibat, (uyanık halinde)

2- Yarım irtibat, (uyku halinde)

3- İrtibatın tamamıyla kesilmesi (ölüm halinde).

Ehl-i Beyt’e Göre Ölümün Hakikati

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s)’dan ölüm hakkında sorulduğunda, Hazret şöyle buyurdular: “Ölüm, size her gece gelen uyku demektir. Sadece değişen şey, ölümün uzun müddetli olmasıdır. Ölen şahıs ancak kıyamet günü ölüm uykusundan kalkacaktır. Uykuda iken sevindirici ve korkutucu şeyler görenin hali nasılsa, ölenin durumu da öyledir. O halde kendinizi kesin geleceğe hazırlayınız.”( Mizan-ül Hikmet c. 9 s. 235, İlm-ül Yakin c. 2 s. 1045)

Yine İmam Zeyn-ül Abidin (a.s)’a: “Ölüm nedir?” diye sorulduğunda, cevaben şöyle buyurdular: “Ölüm, mü’min için kirli ve üzeri haşere dolu elbiseyi çıkarmak, ağır zincirlerden kurtulmak ve en kıymetli elbiselere, güzel kokulara, en iyi cennet bineklerine ve evlerine ulaşmak demektir. Kafir için ise ölüm, kıymetli elbiseyi çıkarmak, çok sevdiği evlerden ayrılmak, kirli ve eziyet verici elbiselere bürünmek, dehşet verici büyük azaba yakalanmaktır.” (Me’an-ül Ahbar s. 289, İlm-ül Yakin c. 2 s. 1045)

Hz. İmam Sadık (a.s)’a: “Bize ölümü vasfedin denince, İmam (a.s) şöyle buyurur: “Ölüm, mü’min için en güzel bir kokuyu koklamak gibidir, onun kokusunun güzelliğinden uykuya dalar. Ölüm ondan her türlü yorgunluk ve acıyı giderir. Kafir için ise, yılanın veya akrebin sokması gibi ve belki daha şiddetlidir.( Bihar-ül Envar c. 6 s. 152)

Bu arada Hazret’e: “Bazıları; “Ölüm testere ile kesilmekten, makasla doğranmaktan, taşlarla vurulmaktan ve değirmen milini göz içerisinde döndürmekten daha şiddetli olduğunu söylüyorlar” dendi.

Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle devam eder: “Bazı kâfirler ve fasıklar için ölüm böyledir. Onlardan bu acıları çekenlerin durumunu görmüyor musunuz? İşte o acılar bundan ve dünya azabından daha ağırdır.”

Bu esnada İmam’a: “Öyleyse, niçin bazı kâfirlerin ruhlarının kolaylıkla alındığını görüyoruz? Onlardan bazıları konuşur, şaka yapar ve güle can verir, buna karşılık müminler içerisinde bazılarının ölümü bu kolaylıkla olurken, bazı mümin ve kâfirler ise, ölüm anında bu zorlukları görüyorlar” dendi.

İmam (a.s) bu soruya da şu cevabı verdi: “Ölüm esnasında müminin karşılaştığı kolaylık, onun mükâfatının acilen verilmesindendir. Müminin karşılaştığı zorluk ise, onun günahlarını temizleyerek, ahirete temiz olarak gelmesi ve hiçbir engelle karşılaşmadan ilahi mükâfata liyakat kazanması içindir.

Kâfirlerin ölüm esnasında gördüğü kolaylık ise, dünyada iken iyiliklerinin karşılığını görüp, ahirete yalnızca azabı gerektiren sebeplerle girmeleri içindir. Kâfirlerin ölüm anında karşılaştığı zorluklar ise, iyiliklerinin mükâfatı bittiğinden dolayı Allah’ın cezasının başlamasındandır. İşte durum budur. Allah adildir, kimseye zulmetmez.”( İlm-ül Yakin c. 2 s. 1055, Bihar-ül Envar c. 6 s. 152)

Hz. İmam Musa Kazım (a.s), üzerine ölüm ağırlığının çöküp de kimseye cevap veremez durumda olan bir hastayı ziyaret eder. Bu arada orada bulununlar: “Ey Resulullah’ın oğlu! Arkadaşımızın durumunun nasıl olduğunu ve ölümün ne olduğunu bilmek isterdik” derler.

Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurur: “Ölüm temizleyicidir. Mü’minleri günahlarından temizler. Ölüm, mü’minin çektiği en son acı ve üzerinde kalan en son günahlarının keffaresidir. Ölüm, kâfirler için de arındırıcıdır. Ancak onları iyiliklerinden arındırır. Dolayısıyla ölüm kâfir için tadacağı en son lezzet, en son nimet ve en son rahmettir. Kolay ölüm kâfirler için iyilikleri karşısında verilen en son mükâfattır. Bu arkadaşınıza gelince, o günahlarından arındı, suçlarından temizlendi ve bir elbisenin yıkanıp kirlerden temizlendiği gibi, tertemiz olup, ebedi evimizde biz Ehl-i Beyt’le beraber olmaya hak kazandı.”( İlm-ül Yakin c. 2 s. 1056)