Bir Devrimin Yıl Dönümü
İçinde bulunduğumuz bu hafta, Merhum İmam Humeyni’nin İslam Devrimi’ni gerçekleştirdiği günlerin sene-yi devriyesidir.
Peki, bu İslam İnkılabı nasıl vuku buldu ve hangi süreçlerden geçti? Bir kez daha bu konuyu kronolojik olarak okumakta fayda var.
Ruhullah Musavi el-Humeyni, Kum’a 160 ve Tahran’a 300 km. uzaklıkta bulunan bir kasaba olan Humeyn’de 1902 yılında doğmuştur. Varlıklı, tanınmış ve otorite sahibi bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen İmam Humeyni, küçük yaşta babasının şaibeli bir şekilde ölümüyle yetim kalmıştır. Çocukluğunun geçtiği dönemde İran, çalkantılı, kargaşaların bir hayli fazla olduğu, idamların ve kaçakçılığın kol gezdiği emniyetsiz bir ortamdır. Zaten on bir yaşında tahta çıkan Ahmed Şah Kacar, İran’ın bütünlüğünü ve Kacar Hanedanı’nın geleceğini korumak için de yeterli deneyimden yoksundu. Öte yandan Birleşik Krallık ve Çarlık Rusyası’nın da iktisadi yayılmacılığını önleyememişti.
İmam Humeyni işte böyle bir dönemde, 17 yaşına geldiğinde ilahiyat eğitimi almaya başlar. İlahiyat eğitimi aldığı okul ise Şeyh Abdülkerim Hairi’nin açtığı okuldur. Dönem itibariyle anayasa tartışmaları sürüyordur. Genellikle bu anayasal değişikliğe müdahale eden alimlerin politize isimler olmasına karşın Şeyh Abdülkerim Hairi, ulema ve talebelerin politika ile ilgilenmemesi gerektiğini düşünen bir alimdir.
1922 yılında, Rıza Han Pehlevi Darbesi olmazdan evvelki Şah rejimi iyice zayıflamıştı. Askeri bir kökenden gelen Şah Rıza cumhuriyetin temellerini atmak istiyor, İslam’a sahip çıkacağına dair yeminler ediyordu. Ama din alimleri Rıza Şah’ın düşünce yapısını bildiklerinden cumhuriyet rejimine sıcak bakmıyorlardı.
1925 yılında Rıza Han, darbe ile yönetimi ele geçirdi. 1928 yılında sorunlar iyice büyüdü. İran Kraliçesi geleneksel ayinlere katılmak için Kum’da bulunan Hz. Fatıma-i Masume’nin türbesine gitti ve ayin ilerlediği sırada başını açtı. Bu durum ilahiyat öğrencilerinin ve ulemanın merkezi olan Kum şehrinde büyük bir sorun oluşturdu. Şah Rıza hem ilahiyat öğrencilerini askerlikten muaf tutmak gibi eylemler ile dindarları yönetmek hem de örtüyü ortadan kaldırmak gibi eylemler ile laikliğe çanak tutmaya çalışıyordu.
Bu dönemde Merhum İmam Humeyni’nin ilahiyat eğitimi de devam ediyordu. 15 yıllık düzenli bir tahsil hayatından sonra 32-33 yaşlarında iken icazetini almış ve müctehid olmuştu. Artık Ayetullah Humeyni olarak anılmaktaydı. Bu arada hemen belirtelim; ‘Ayetullah’ (Allah’ın işareti) kavramı, 1906 yılında anayasayı imzalayan alimleri onurlandırmak için çıkartılmış ve kullanılmış siyasi bir kavramdır yani bu ulemanın siyasette olan ağırlığını da gösteriyordu.
Hüccetu’l İslam unvanına ulaştığında İmam Humeyni aynı zamanda donanımlı bir öğretmendi. Çalışmaları arasında şiire de yönelmişti. İrfan ve tasavvuf onun için önemli bir kaynaktı. İrfan ve felsefe üzerine yoğun çalışmalar, araştırmalar yapmaya devam etti.
Şii ilahiyat okulları mezunlarının, tam bir öğretmen ve büyük amaçları olan ‘Ayetullahlar’ olarak kabul edilebilmeleri için sağduyulu ve politik olmaları ve manevra yapma yeteneklerinin bulunması gerekiyordu. Açıkçası ‘mükemmel insan’ kavramının varlığına inanmış olan İmam Humeyni de gerçeklerle yüzleşmesi için irfan ve maneviyat dışındaki ilimlere de ağırlık veriyordu. Zaten yapı ve karakter olarak da siyasi bir kimliğe açık birisiydi. Din adamlarına özgü politikada her tür politik etkinlikte olduğu gibi hizipçilik, popülizm ve lobi faaliyetleri normaldi.
27 yaşında iken İmam Humeyni’nin çevresinde hatırı sayılır bir öğrenci topluluğu oluşmuştu. 1930’larda derslerine ‘Ahlak Bilimi’ derslerini de eklemişti. Bu eyleminin nedeni ise halkı uyandırmaktı. Derken felsefe dersleri vermeye başladı. Bunun da amacı dinin akla da ihtiyacı olduğu ve uyuşmuş akılların silkelenmesi idi.
1942 yılında laikliği ve Şah’ı eleştiren aynı zamanda Şah’ın taşeronluğunu yapan din adamlarını eleştiren ‘Keşfül Esrar’ isimli eserini yazdı. Bu önemli eserin kaleme alınış sebebi ise Hekimizade adlı saray tarafından da desteklenen bir zatın ‘Esrar-i Hezar Sale’ (Bin Yıllık Sır) adlı İslam’ı aşağılayan kitaptı. Seyyid Ruhullah Humeyni böylelikle siyasi görüşlerini sunmaya başladı. 1950 yılına gelindiğinde bir din tarihçisi Seyyid Humeyni’yi ‘büyük bir hoca ve büyük bir siyasi kişilik’ olarak tanımladı.
Öğrencileri arasında politik görüşleri Peygamberin görüşlerine benzetiliyordu. Zaten İmam Humeyni görüşlerinin arasına Hz. Ali’nin adalet ve İslam için verdiği çabayı ve Hz. Hüseyin döneminde yaşanan zulüm ve orantısız gücü de ekliyordu. Ucu saraya dokununca İran Şahı’nın bizzat emri ile dersleri 8 yıl yasaklandı.
Yine bu dönemlerde İran ve Irak’ta dini isimlerin bir önderi olurdu. Dönem itibarı ile Ayetullah Burucerdi önderliği yürütüyordu. İmam Humeyni de, Burucerdi ile yakın ilişkiler içerisindeydi. Bu dini isimler arasında Ayetullah Burucerdi, dini bir isim iken Ayetullah Kaşani daha siyasi bir isimdi. Genellikle bu tür dini önderlikler yaş haddi ile sınırlı idi. Daha çok yaşlıların önder olduğu biz düzen vardı. Merhum Burucerdi ve yanındakiler maslahat gereği kısmen de olsa Şah’a ses çıkarmazken Ayetullah Kaşani ise Şah’ı olağan gücüyle eleştiriyordu. Bu dönem İmam Humeyni çok konuşmuyor, önderlik Ayetullah Burucerdi’de iken konuşma zorunluluğu hissetmiyordu. Ama yine de Şah Rejimi’ne karşı Ayetullah Burucerdi ile aynı görüşleri paylaşmadığı aşikardı.
1960-61 yıllarında var olan siyasi krize eklenen ekonomik kriz nedeniyle İran iyice açmaza girmişti. Bu dönem Şah Rejimi bir takım İslam karşıtı reformlara yeltenmiş ve Şah’ın aleyhine düşünen İmam Humeyni de bunu bir fırsata çevirmişti. Bunun üzerine hemen bir ‘Din Adamları Zirvesi’ başlattı. Bu durumu protesto eden metinler yayımladılar. İki taraf da boş durmuyordu; din adamları bu eylemlerin Batı’yı taklit olduğunu söylerken, Şah ve taraftarları din alimlerini İran’ı karanlık çağlara hapsetmekle suçluyordu. Olaylar ve protestolar büyüdü. Sonuçta hükümetin bu reformu, ulemanın lehine sonuçlandı; Şah bir kez daha din alimleri karşısında ezik duruma düştü. Bu arada İmam Humeyni birçok kesimin takdirini kazandı.
1963 yılında Şah ve Ulema arasındaki husumet iyice büyüdü. Hapishaneler dindar insanlar ile dolmuştu. Halk durmadan bu durumu protesto ediyordu. Bu dönem 1963 İsyanı gerçekleşti. Ayetullah Gulpeygani, Fevziye Medresesi’nde İmam Cafer-i Sadık (as) için bir tören düzenleyecekti. Tören başladıktan kısa bir süre sonra provokatörler, Şah’ın adamları sakin devam eden tören ortamında gerginlik çıkardılar. Olaylar büyüdü, tören bölündü, birçok ilahiyat öğrencisi çatıdan atıldı. Birçok insan öldü. Şah adamlarından bazıları da öldürüldü. Törenin yapıldığı medrese savaş alanına döndü. Sokaklar matem tutan, ağıt yakan insanlar ile doldu. Ve ardından İmam Cafer-i Sadık’ın matem törenleri yapmak yasaklandı.
İzleyen haftalarda hükümet ulemaya karşı durmaya devam etti. Buna rağmen İmam Humeyni’nin öğrencileri onun görüşlerinin olduğu el yazması broşürleri dağıtıyorlardı. Bu dönemde bir rivayete göre Şah, İmam Humeyni’ye bir mektup yazmıştı ve: ‘babanın çizmelerini giyip, gelip seni döveceğim!’ demiştir. Mektuba cevap olarak İmam Humeyni de ‘babamın çizmeleri sana oldukça büyük gelir’ cevabını kendisine göndermişti.
Yine aynı dönem hükümet din adamlarından bazılarını Necef’e sürmek ister. Bu sürgün isimleri arasında İmam Humeyni’nin ismi de vardı. Sürgün emri gerçekleşmezse öldürülecekleri tehdidi de bu ‘sürgün’ mesajına eklenmiştir. Tüm bunlar olurken Şah Rejimi o güne kadar askerlikten muaf olan ilahiyat fakültesi öğrencilerini ve kadınları zorla askere almaya başlar. Öte yandan hapisler ve gözaltılar da alabildiğine sürmektedir. İmam Humeyni’nin bir öğrencisi de tutuklanır. Şah Rejimi tüm bunlar olurken Merhum Humeyni’nin yanına kendi adamlarından birilerini sokar, onlara dindar insanlar süsü verir. Bu yakınlaşmalardan İmam Humeyni’ye iftira atılacak ortamlar hazırlanması umulur ama her defasında elleri boş döneler.
Düzen böyle devam ederken hem İmam Humeyni hem de etrafındakiler iyice kontrol edilir olmuştu. Derken yasaklı olan İmam Cafer-i Sadık törenlerinin 40. yas günü geldiğinde tüm engellemelere rağmen İmam Humeyni bir dini lider olarak çıkıp konuşmasını yapar. Onu dinleyen kalabalık daha sonra gidip hükümet binası önünde Şah aleyhine sloganlar atar.
1963 yılı idamlar, tutuklanmalar, gösteriler ile sürerken Haziran ayına gelindiğinde bir başka olay daha vuku bulur ve İmam Humeyni tutuklanır. Tutuklanma haberinin yayılması üzerine taraftarları eylemlere başlar. Ruhullah Musavi el-Humeyni tutuklanıp Tahran’a götürülmüştü ancak halk Kum şehri sokaklarını doldurmuştu. Kalabalığa ateş açma tehdidiyle kısmen durdurulan eylemler, Tahran’a yürüyüş ile devam etti. Şah çok zor bir duruma düştü. Halk sokaklarda ‘ya Humeyni, ya Ölüm!’ sloganları atıyordu. İlerleyen günlerde işlerin iyice sarpa sardığını gören Şah, İmam Humeyni’nin sağlık durumunun yerinde olduğunu göstermek ve bir nebze de olsa halkı yatıştırmak için Seyyid Humeyni’yi sözü kabul gören bir din alimi ile hapishane hücresinde görüştürdü. Bu görüşmenin ardından basına düşen haberler ve halka iletilen mesajlar sonrasında kalabalıklar dağıldı. O sırada dönemin istihbarat başkanı Merhum İmam Humeyni’nin yanına gelerek: ‘Görüldüğü gibi senin destekçilerin artık dağıldılar. Sokaklarda kimse kalmadı.’ deyince İmam Humeyni: ‘Benim taraftarlarım şu an beşiklerinde uyuyorlar.’ diyerek ileride gerçekleşecek büyük devrimin sinyallerini verir. Zaten İmam Humeyni’yi ancak 10 ay tutuklu tutabildikten sonra mecburen serbest bırakmak zorunda kaldılar. Serbest kalışından kısa bir süre sonra yine bir matem gününe tekabül eden bir günde kalabalığa evinin önünden çıkıp çok etkili bir konuşma yaptı. Hemen akabinde gece yarısı SAVAK tarafından tutuklandı ve Türkiye’ye sürgün günleri başladı.
Türkiye sürgünü pek olumlu geçmez. Bursa’da Çekirge semtinde bir askerin evinde kalır. Pek konuşmaz, huzurlu değildir. Hem Türkiye İstihbarat Teşkilatı hem de SAVAK yakın takipte tutar. Dini elbise giymesi yasaklanır. Halkla diyalog halinde olması elden geldiğince engellenir. Daha sonra Irak’a sürgün için yola çıkılır. Irak Türkiye’ye oranla daha güzel geçer. Bir çok insan ve din alimi İmam Humeyni’yi kaldığı yerde ziyaret eder, sevgilerini sunarlar. İmam Humeyni burada da fazla konuşmaz ve siyasi bir mesaj vermez. Irak’ta Şah aleyhine kısa kısa gösteriler olur. Bu arada Irak’ta Baas Rejimi etkendi, bu rejim din karşıtlığı ile tanındığı için dolayısıyla İmam Humeyni’ye de karşı idi. Ancak Merhum İmam Humeyni burada Rejim ile çatışmadı. Irak’ta bulunan ve kısmen baskı gören Şii’ler sık sık ziyarete geliyordu. Zaten 1969 yılında İran-Irak arasında sınır nedeniyle bir husumet doğmuştu.
İmam Humeyni Irak’ta iken Şah da boş durmuyordu, birçok dindar insanı tutuklatıyor ve idam ediyordu. Halk ve Şah arasında en büyük uçurum İran Şahlığının 2500. Yıl Kutlamaları’nda ortaya çıktı; halk ekonomik kriz içindeyken çok gösterişli bir kutlama etkinliği yapılması halkın tepkisini aldı. Köylüler Şah’a karşı silahlanmaya başlamışlardı. TUDEH gibi solcu ve laik kesimler dahi Şah aleyhine düşünüyor, halk hareketine destek veriyordu. Sarayın şatafatı ekonomiyi iyiden iyiye zorluyor ve bunun yanı sıra ise Şah ailesinin sansasyonel hayatı İran halkını hoşnut etmiyordu.
1977 yılına gelindiğinde Dr. Ali Şeriati gibi tuhaf bir şekilde İmam Humeyni’nin oğlu Seyyid Mustafa da genç yaşında kalp krizi geçirerek öldü. Olayın kesinlikle bir SAVAK işi olduğu biliniyordu. Bu ölüm, olayların büyümesine neden oldu. İnsanlar sokaklara dökülüyor, devrim sloganları atıyordu. İmam Humeyni’nin ses kayıt kasetleri öğrencileri tarafından halka dağıtılıyordu.
1978 yılında İmam Humeyni oğlu Seyyih Ahmed ile Kuveyt’e geçmek amaçlı pasaport aldı. Ancak sınırda siyasi sürgün olduğu gerekçesi ile geri çevrilince Fransa’ya gitmeye karar verdi. Fransa’ya gittiğinde önce bir apartman dairesine oradan gelen misafirlerinin çokluğu nedeniyle mahalle sakinleri rahatsız olmasın diye bir köye, bahçe içinde bir eve taşındı. Burada çok fazla sayıda ziyaretçisi oluyordu. O, İran ve İslam dünyası için mesajlar vermeye devam ediyordu.
Etkinlik ve popülerliği iyice artan İmam Humeyni, Rıza Şah Pehlevi’nin verdiği OHAL kararlarına karşı halkı sokaklara çağırdı. İran, tarihinin en büyük eylemlerine sahne oluyordu. Her gün caddelerde Şah’ın emri ile vurulan yüzlerce ölü ve yaralı görmek alışıldık bir hal almıştı.
Derken halkı artık zapt edemeyeceğini anlayan Şah birkaç gün öncesinden karısı hariç tüm aile efradını yurtdışına yollamış ve ardından: ‘Halkım neden bana böyle bir şey yaptı, anlayamıyorum!?’ deyip, gözyaşları dökerek İran’dan kaçmıştı. Bunun hemen akabinde yani 1 Şubat 1979’da milyonların katıldığı bir karşılamayla İmam Humeyni yıllardır sürgün nedeniyle uzak kaldığı vatanına geri döndü.
İşte kısa da olsa İslam İnkılabı’nın tarihçesi bu şekilde cereyan etmişti.
