Şer Sayılan Şeylerin Altında Hayırlar Yatmaktadır

0
İslam bilginleri, madde aleminin hayrının şerrinden daha fazla olduğu ilkesiyle de yetinmeyip, şer olarak nitelenen şeylerin kendilerinin bile, alemin hayırlarının bir gereği olup, varlıklarının zorunlu olduğunu vurguluyorlar.Şöyle ki; şerlerin kendileri bile, bir çok hayırların menşeidir. Onlar olmaksızın o hayırları elde etmek mümkün değildir.

 İslam bilginleri, madde aleminin hayrının şerrinden daha fazla olduğu ilkesiyle de yetinmeyip, şer olarak nitelenen şeylerin kendilerinin bile, alemin hayırlarının bir gereği olup, varlıklarının zorunlu olduğunu vurguluyorlar.Şöyle ki; şerlerin kendileri bile, bir çok hayırların menşeidir. Onlar olmaksızın o hayırları elde etmek mümkün değildir.

  İlk önce; bu şerlerden, ölüm ve ihtiyarlamak gibi bir çoğu, ruhun tekamül edip kendine layık kemale ulaşması için gerekli ve zorunludur. Nasıl ki, cevizin ilk başta bir kabuğa ihtiyacı olur, gelişip olgunlaşınca artık kabuğa bir ihtiyacı kalmıyor ve kabuğu kendi üzerinden atması gerekiyorsa, insan ruhu da kendine layık olan kemale ulaşması için, ilk başta bir bedene ihtiyacı vardır. Gelişip olgunlaşınca da, artık o bedene bir ihtiyacı kalmıyor ve ihtiyarlayarak ölmek yoluyla o bedenden kurtulması gerekir. Eğer ihtiyarlık ve ölüm taktir edilmeseydi, ruh kendisine layık kemale ulaşamazdı. O halde ihtiyarlamak ve ölmek insan ruhunun layık olduğu kemal ve hayra ulaşması için zorunludur ve var olması gerekir.

Saniyen; madde aleminde bulunan çelişkinin kendisi kemali sağlayan en önemli etkendir. Öyle ki, çelişki olmasaydı, madde alemi kemale eremezdi. Zira, madde aleminde bulunan suretler arasındaki çelişki onların birbirlerini defedip yenisinin eskisinin yerine gelmesini sağlar. Eğer böyle bir çelişki olmasaydı, bir maddenin sahip olduğu suret asla ondan ayrılmaz ve her şey devamlı olarak aynı surete sahip olurdu. Dolayısıyla hiçbir şey gelişip tekamüle erişemez ve varlık aleminde müşahede edilen olgunlaşma, gelişme ve genişleme diye bir şey söz konusu olamazdı.

Demek ki, suretler arasında bulunan çelişkidir ki, önceki suretlerin alınıp yeni ve daha gelişmiş suretlerin bir şeye verilmesine vesile olur. Kısacası, çelişki tekamülü doğurur. İşte İslam filozoflarının: “Eğer çelişki olmasaydı, bahşiş mebdei olan Allah”tan feyzin devam etmesi mümkün olmazdı” sözlerinin anlamı budur.

  Salisen; zorlukların ve yoklukların kendisi, varlıkların kemale doğru hareket etmelerinde en önemli ve zorunlu etkendir. Öyle ki, bu zorluklar özellikle de insan aleminde olmasaydı, en üstün değerler sayılan kemale yönelik hareketler ve çabalar da olmazdı. Acılar, musibetler ve zorluklar insanlar arasında olgunlaşmaların, dahiliklerin ve kemallerin meydana gelmesine vesile olur. Öyle ki, bu zorluklar, acılar ve musibetler olmasa, böyle dahilikler, olgunlaşmalar, gelişmeler ve kahramanlıklar da olamaz.

Zorluklar içerisinde bulunan bir millet iradeli ve kahraman bir millet olur. Naz-u nimet içerisinde olup, rahatlık peşinde olan bir millet de ateşten, sudan çekinen tembel ve ürkek bir toplumu oluşturur.

Eğer, açlığın acısı olmazsa, tokluğun lezzeti de olmaz. Eğer, çirkinlik olmazsa, güzellik de bir anlam taşımaz. Eğer, heva heves peşinde gitme ve sapma imkânı olmazsa, takva, doğruluk ve iffet de bir değer ifade etmez. Eğer, rekabetler ve düşmanlıklar olmazsa, hareketlilik ve yarışma da olmaz. Eğer, savaş olmazsa, gelişme ve medeniyet de olmaz. Eğer, baskı ve diktatörlük olmazsa, hürriyet ve hürriyet talebinin de bir değeri kalmaz.

O halde toplumda görülen zorluklar, olumsuzluklar ve sıkıntılar toplumun gelişip tekamüle ermesi için en önemli bir etken olup varlığı zorunludur. Bunların varlığı, zatı gereği tedrici olarak tekamüle doğru ilerleyen madde aleminin tekamüle ermesi için zorunlu unsurlardır. Hatta hayra hayırlığını kazandıran şerdir. Şer olmasaydı, hayır; hayır olamazdı. Onların şer olarak nitelenmesi, olaya kişisel boyuttan bakıştan dolayıdır. Ama madde alemi bir bütün olarak ele alındığında onların varlığı şer olmayıp var olması gereken hayırlar olduğu ortaya çıkıyor.

Sonuç olarak şunu söylemliyiz ki, nizam-ı ehsene yapılan bütün bu itirazlar yersiz ve anlamsız itirazlardır. Bunların varlığı Allah Teala”nın hikmet ve adaletiyle çelişmediği gibi, aksine Allah”ın adalet ve hikmetinin bir gereğidirler.

İşte Allah Teala”nın “Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır” [1] mealindeki ayeti bu hakikate işaret etmektedir.

İbn-i Sina”nın Şer İtirazına Verdiği Cevap

Bu konudaki bahsimizi ünlü İslam filozofu İbn-i Sina”nın konuya açıklık getiren sözleriyle bitirmek istiyoruz.

İbn-i Sina “El- İşarat vet Tenbihat” adlı kitabında ilahi inayet ve ilmin varlık nizamının en güzel şekilde olmasını iktiza ettiğini vurguladıktan sonra şöyle yazıyor: “Varlık aleminde var olması mümkün olan şeyler birkaç kısımdır:

1- Varlığı, bütün şer, kusur ve fesattan arı olması mümkün olan şeyler,

2- Fazla hayrını elde etmek ancak hareketlerin ve hareket edenlerin çelişmesi sonucu kendilerinden bazı şerlerin zuhur etmesiyle mümkün olan şeyler,

3- Mutlak surette şer olan şeyler,

4- Şerri hayrından daha fazla olan şeyler.”

Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, burada beşinci bir ihtimal de söz konusudur. O da, şer ve hayrı eşit olan şeylerdir. Ancak İbn-i Sina”nın yaptığı açıklamadan bu ihtimalin de hükmü ele geldiğinden, artık ona işaret etmemiştir.

İbn-i Sina daha sonra şöyle devam ediyor: “Hayır olan vücudun var edilmesindeki mebdein sırf cömert olan Allah Teala olması, mücerret cevherler ve benzeri gibi, birinci kısım varlıkların var edilmesinin vacip olduğunu ortaya çıkarır.

Keza; ikinci kısım varlıkların da var edilmesi vaciptir. Zira, az bir şerden kaçınmak uğruna çok hayrın yaratılmayıp, feda edilmesinin kendisi çok şerre düşmektir.

Buna bir örnek olarak ateşi zikredebiliriz. Çünkü ateşin fazla hayrının ve varlık aleminin tekmilindeki yardımının elde edilmesi, ancak tesadüfü olarak ona dokunan canlı varlıkların cisimlerini yakıp, onlara acı vermesiyle mümkündür.

Canlı varlıkların cisimleri de böyledir. Onların fazla hayrı, ancak durumlarının, hareketlerinin ve sükunlarının ateş gibi, bazı vakitlerde bir takım eziyetlere sebebiyet vermesiyle sağlanır. Onların ve alemdeki diğer nesnelerin durumu, bazen kıyamette zararlı olacak yanlış itikatlara kapılmalarına veya şehvet ve gazap duygularının aşırı heyecanı sonucu yanlış işleri yapmalarına da sebebiyet verecektir.

Ancak bu duyguların görevlerini yapmalarının, çelişmeler sonucu bir takım olumsuzluklar olmaksızın mümkün olamayacağı nazara alındığında, bu olumsuzlukların şahıslar ve zaman itibarıyla, olumluluklara oranla daha az olduğu görülmektedir.

Bu da Allah Teala”nın ilminde malum olduğuna göre, olumsuzlukların bilaraz maksut olduğu ortaya çıkmaktadır. O halde şerrin Allah”ın kaderine girmesi bilaraz olup, şerre bilaraz rıza gösterilmiştir.” [2]

Ünlü kelamcı ve filozof Hace Nasiruddin Tusi, İbn-i Sina”nın bu sözlerini açıklarken şöyle der: “İbn-i Sina burada şerrin nasıl ilahi kazaya girdiğine işaret etmektedir.

Ancak bahse girmeden önce şerrin mahiyetinin ne olduğu tahkik edilmelidir. Ben diyorum ki; şer, bazen istenmeyen yokluklara denir. Meselâ, bir şeyin kendine layık olan bir şeyi yitirmesi şer sayılır. Ölüm, yoksulluk ve cahillik gibi. Bazen de şer, istenmeyen varlıklara söylenir. Bir kemale yönelik olan şeyi o kemale ulaşmaktan alıkoyan şey bu kabildendir.

Örneğin, ürünleri bozan soğuk veya çamaşırcının işine engel olan bulut. Yine, zulüm ve zina gibi kınanan işler, korku ve cimrilik gibi rezile (kötü) sayılan huylar, acılar ve üzüntüler bu kabil şerlerdendir.

Ancak biz konuyu derinlemesine ele alıp teemmül ettiğimizde, soğuğun kendi zatında bir çeşit nitelik olma açısından veya onu var eden nedenine kıyasla şer olmayıp kemallerden bir kemal olduğunu görmekteyiz. Onun şer oluşu, ürünlere nispet onların mizacını bozması açısındandır. O halde asıl şer, ürünlerin kendilerine layık olan kemallerini yitirmesidir. Soğukluk ise buna beis olduğu için, bilaraz olarak şer olmuştur.

Bulut da böyledir. Zulüm ve zina da, gazap ve şehvet güçlerinden meydana gelen birer fiil olmaları açısından şer değildir. Onlar, bu açıdan mezkur iki gücün kemalidir. Onların şer olması, mazluma veya medeni siyasete oranla, ya da bu iki hayvani duyguyu kontrol etmesi gereken nefs-i natıkanın (aklın) bunlar karşısında aciz kalması açısındandır. O halde asıl şer, bu nesnelerden birinin kendi kemalini yitirmesidir. Bunlara ise, onların sebebiyeti nazara alınarak bilaraz şer denmiştir.

Huylar konusunda da aynı şey söz konusudur. Acılar da böyledir. Onlar, ne birtakım idrakler olmaları açısından şerdir, ne kendi varlıkları, ne de nedenlerinden meydana gelmeleri açısından. Onların şer oluşu, bitişik olması gereken uzvundaki ittisali yitirerek acı çeken kişi açısındandır.

O halde şer, mahiyet itibariyle, ya bir varlığın ya da bir varlığa ait bir kemalin ona layık olmayacak, ya da istenmeyecek bir şekilde yok olmasından ibarettir. Yoksa varlıklar, varlık olma açısından asla şer değillerdir. Onlar, kemallerinin yok olmasına sebebiyet verdikleri şeylere nispet şerdirler. Demek ki, şerler kıyasi şeyler olup, belli şahıslara oranla şer sayılırlar. Ama kendi zatları itibarıyla veya genele oranla asla şer değillerdir.

Şimdi Şeyh”in sözlerine dönelim. Nesneler; şer olup olmamaları itibariyle, asla şerri olmayan, şerri ve hayrı olan ve sırf şer olan şeyler olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Sonra hem şerri, hem de hayrı olan da, hayrı şerrine galebe çalan veya şerri ve hayrı eşit olan, ya da şerri hayrına galebe çalan olmak üzere, üç kısma ayrılır. Böylece beş kısım ortaya çıkmış olur:

Birinci kısım olan kendinde asla şer bulunmayan kısma gelince, böyle varlıklar vardır. Zira bil kuvve bir şeye sahip olmayan akıllar bu türdendir ve onlarda asla şer yoktur.

İkinci kısım olan hayrının şerrine galebe çaldığı kısma gelince, bu tür varlıklar da vardır. Zira kendine layık kemale ulaşması, muhalifiyle bir araya geldiğinde muhalifinin kemaline engel olmakla mümkün olan ateş türü varlıklar bu kabildendir. Zira ateşin hararette yüksek dereceye ulaşması, ancak ona düşen bazı bileşimleri yakarak eczasının dağılmasına sebebiyet verecek şekilde olmasıyla mümkündür.

Açıktır ki, bu kabilden varlıkların özelliği ihale, istihaleye ve kevn-i fesada yol açmaktır. Ancak bu eylem külle kıyasla azınlıkta kalmaktadır. Bazı varlıkların kemaline engel olacak çatışmanın da varlığı külle nispet azdır. Zira böyle işler ancak bazı bileşimlerin eczasında ve bazı vakitlerde vuku bulmaktadır.

Ama geri kalan üç kısma, yani yalnızca şer olan, şerri hayrından çok olan veya şerri ve hayrı eşit olana gelince, bu tür varlıklar yoktur. Zira varlıklarda var olan hakiki ve nispi varlıkların var oluşu, zikredilen nispi yokluklara nispetle daha fazladır.” [3]

Böylece İbn-i Sina ve onun sözlerini açıklayan Hace Nasiruddin Tusi alemde hikmet ve adaleti ilahi ile çelişen bir varlığın bulunmadığını ve alemin en ekmel ve ehsen düzende kurulmuş olduğunu ispatlıyorlar. Biz onların sözlerine bir şey eklemeye gerek görmüyor ve bu bahsi burada kapatıyoruz.