Resulullah (s.a.a)’in Adap ve Ahlakı

0

  İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur

“Resulullah (s.a.a) oturduğunda genellikle kıbleye doğru oturuyordu.” [1]

Bir gün adamın birisi camiye girdi, Resulullah (s.a.a) ise yalnız oturmuştu, Hazret o adam için yer açtı (veya yerinden kımıldadı). O adam Resulullah’ın bu hareketini görünce; “Ya Resulellah! Yer geniştir” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:”Müslüman’ın, Müslüman kardeşinin üzerindeki olan hakkı, onun kendi yanında oturmak istediğini gördüğünde onun için yer açmasıdır (veya yerinden kımıldamasıdır.)”[2]

   Resulullah (s.a.a)’in Yemek Yiyişi

Mevaliyd’us- Sadikayn kitabında şöyle yazılmıştır:

“Resulullah (s.a.a) yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yemek yiyordu; onu davet eden bir kimseyle yemek yediğinde de onların yediğinden yiyordu. Bir misafir geldiğinde de misafiriyle birlikte yemek yiyordu. Önüne sofra açıldığında da şöyle diyordu: “Bismillah, Allahumme ic’alha ni’meten meşkureten, tesilu biha ni’met’el- cenneti.” (Allah’ın adıyla, Allah’ım onu (o yemeği) şükredilmiş nimet kıl ve bizi onunla cennet nimetine kavuştur.)

Yine yemek yediğinde önündeki yemekten yiyordu; namaz kılanın namazda oturduğu gibi dizlerini ve ayaklarını toparlayarak oturuyordu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte idi ve buyuruyordu ki: “Ben kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi oturuyorum.”

Sıcak yemek yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyuruyordu: “Allah Teala bize sıcak yiyecek vermemiştir, sıcak yemeğin bereketi yoktur; öyleyse onu soğutun.”

Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yiyordu, kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi, sağ eliyle yerdi, yemeklerden etli yemeği daha çok severdi; “Et duyu ve görü gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür” buyuruyordu.

Kabağı da severdi; “Kabak kardeşim Yunus’un ağacıdır” diyordu. Ama sarımsak ve soğan yemezdi. Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne sürerdi. Mümkün olduğu kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashabına; “Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi?” diye sordu. Ashap; “Evet” dediklerinde şöyle buyurdular: “Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve yardımını esirgeyendir.” [3]

Resulullah (s.a.a)’in Su İçişi

Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde “Bismillah” derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten sonra durup Allah’a hamd ederdi; her su içişinde üç defa “Bismillah”, üç defa da “Elhamdülillah” derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk alıp vermezdi, soluk almak istediğinde kabı uzaklaştırırdı, sonra soluk alırdı. Avucuyla da su içerdi; “Avuçtan daha güzel kap yoktur” buyururdu.

Bir gün, sütle bal karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde onu içmekten sakındı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya artığıyla iftihar etmeği de sevmiyorum; tevazu etmeyi seviyorum; kim Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir.” [4]

   Resulullah’ın Güzel Koku Kullanması

Resulullah (s.a.a) kendisine misk ve amber sürüyordu; öyle ki onun yağı başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi görülmeden kokuyla tanınırdı; bu Peygamber (s.a.a)’dir diyorlardı.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), yemeğe harcadığından daha çok güzel kokuya harcardı.” [5]

İmam Bakır (a.s) da buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve şöyle buyururdu: “Onun kokusu güzel, mahmili ise hafiftir (taşınması kolaydır); Benim lezzetim kadın ve güzel kokudadır; güzümün ışığı ise namaz ve oruçtadır.”[6]

  Resulullah’ın Aynaya Bakması

Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltiyordu, bazen de suya bakarak düzeltiyordu; ailesine süslenmekten daha ziyade ashabı için kendisine çeki-düzen veriyordu. Bir gün Aişe Resulullah (s.a.a)’in kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce şöyle dedi: “Babam anam sana feda olsun ya Resulellah! Kovadaki suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun; oysa sen peygamber ve yaratıkların en üstünüsün?” Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular:

“Allah-u Teala kulunun, kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini seviyor.” [7]

Resulullah (s.a.a)’in Elbise Giyişi

Resulullah (s.a.a) yeni bir elbise giydiğinde Allah’a hamd ediyordu, çıkardığında ise önce sol kolundan çıkarıyordu. Daha sonra bir fakiri çağırarak eski elbiselerini ona veriyordu. Resulullah (s.a.a)’in iki elbisesi vardı; biri Cuma gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi. Resulullah (s.a.a)’in bir bezi ve bir de mendili vardı; abdestten sonra o mendille yüzünü kuruluyordu; mendil olmadığında ise üzerindeki rıdasının bir tarafıyla bu işi yapıyordu.[8]

 Resulullah (s.a.a)’in Davranışı

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Bir gün bir Yahudi, Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek “Selamun aleykum” yerine “Sam’un aleykum” (ölüm sana) dedi. Aişe de Resulullah’ın yanında idi. Resulullah (s.a.a) de “Aleyke” (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra başka birisi gelerek aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) de onun arkadaşına verdiği cevabın aynısını ona da verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü söyledi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe sinirlenip şöyle dedi: “Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi topluluğu, ey maymun ve domuzun kardeşleri!”

Resulullah (s.a.a) Aişe’ye şöyle buyurdular: “Ya Aişe! Eğer sövmek tecessüm etseydi, kötü tecessüm ederdi; yumuşaklık neye bırakıldıysa onu süsledi ve onun makamını yüceltti.”

Aişe; “Ya Resulellah! Onların “es-samu aleykum” (ölüm size) dediğini duymadınız mı?” dediğinde Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Evet duydum, ama onlara verdiğim cevabı sen duymadın mı? “Aleykum” (size de) diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selam verirse “es-selamu aleykum” diye cevabını verin, ama eğer bir kafir selam verirse sadece “aleykum” deyin.” [9]

Bahr’us- Sakka şöyle diyor:

Bir gün İmam Sadık (a.s) bana buyurdu ki: “Ey Bahr! Güzel ahlak insanı mesrur eder (neşelendirir).” Daha sonra da buyurdular ki: “Medine halkından birisinin elinde olan hadisi sana söyleyeyim mi?” Ben de; “Evet buyurun” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu, Ensar’dan birisinin cariyesi gelip Resulullah’ın elbisesinin bir kenarından tuttu, Resulullah da onun için ayağa kalktı, ama bir şey demedi, o cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı, dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o cariye bu defasında Hazretin arkasında yer almıştı, derken Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip götürdü.

Halk o cariyeye; Allah belanı versin, bu yaptığın iş ne idi? Resulullah’ı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de O’na söylemedin, O da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!” dediler.

Cariye cevaben şöyle dedi:

“Bizim bir hastamız vardır, hastanın şifa bulması için ailem, Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istediler. Ben de Resulullah’ın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa kalktılar, ben de, O beni gördüğü halde O’nun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve O’nunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı öyle yaptım.”[10]

Resulullah (s.a.a)’in Musafahası

Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), o elini bırakmadıkça Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun farkına vardıklarında ise rahat etmesi için elini diğer eliyle onun elinden çıkarıyordu.[11]

İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı, Hazret ona elini uzattı, o da elini geri çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; “Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin!” buyurdular. Huzeyfe cevaben şöyle dedi: “Ya Resulellah! Benim senin eline rağbetim vardır (onu tutmak istiyorum), ama ben cenabetliyim, cenabetli olduğum halde elimin senin eline dokunmasını sevmiyorum. Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: “Müslümanlar birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde günahlarının, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi döküldüğünü bilmiyor musun?” [12]

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Birbirinizle karşılaştığınızda, selam verin ve musafaha edin, ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın.” [13]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Musafaha edin; çünkü musafaha kinleri giderir.” [14]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki:

“Kadının, mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) câiz değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka.” [15]

   Resulullah (s.a.a)’in Oruç Tutuşu

İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) peygamberliğe seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki halk; “Peygamber iftar etmiyor.” diyorlardı. Daha sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeğe başladı. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günlerini oruç tutuyordu. Daha sonra ayda üç gün oruç tutmaya başladı: Ayın ilk başında Perşembe günü, ortasında Çarşamba günü ve sonunda ise Perşembe günü. Devamında şöyle buyuruyordu: “Bu şekil oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmakla eşittir.” [16]

Anbeset’ul- Abid şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) ömrünün sonuna dek Şaban ve Ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi; şöyle ki ayın ilk Perşembe’sini, ortasındaki ilk Çarşamba’yı ve son Perşembe’yi oruç tutmakla geçirirdi.”[17]

   Resulullah’ın Mizahı ve Gülüşü

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Peygamber (s.a.a) insanları sevindirmek için onlarla şaka ve mizah yapardı.” [18]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:

“Ben şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey söylemiyorum.” [19]

Muammer bin Hallad şöyle diyor:

Bir gün Hz. Ali (a.s)’a; “Canım sana feda olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler geçiyor, mizah edip gülüyorlar” dedim. İmam (a.s); “Eğer olmazsa sakıncası yoktur!” buyurdular. İmam’ın; “Eğer olmazsa” sözünden sövmek ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani incitici sözler olmazsa sakıncası yoktur.)

Daha sonra buyurdular ki: “Resulullah (s.a.a)’in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye veriyordu, yerinden hareket etmeden; “Hediyemin değerini ver” diyordu. Resulullah (s.a.a) de gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli olduğunda; r16;Göçebe Arap ne yaptı? Keşke yine yanımıza gelse.’ buyuruyordu.” [20]

İhtiyar bir kadın, Resulullah’a; “Cennete gitmem için bana dua ediniz” dediğinde Resulullah (s.a.a); “Yaşlı kadınlar cennete gitmeyeceklerdir” buyurdular. Kadın bu sözü duyunca ağlamaya başladı, Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurdu: “Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?: “Gerçek şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık.”[21] Yani Allah Teala onları gençleştirir.[22]

Yine bir gün Resulullah (s.a.a) yaşlı olan Eşceî bir kadına; “Ya Eşcei! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir.” buyurdular. Bilal onun ağladığını görünce, onun durumunu Resulullah’a iletti. Bunun üzerine Resulullah; “Zenci de öyledir; o da cennete girmeyecektir.” buyurdular. Hazretin bu sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya başladılar. Abbas da onların ağlamalarını görüce onların durumunu Resulullah’a anlattı. Resulullah (s.a.a) de Abbas’a; “Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete girmeyecektir” buyurdular. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdu: “Allah-u Teala onları daha güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir.” [23]

Bir gün bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek kocasından söz etti. Resulullah (s.a.a); “Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur” dedi. Kadın Resulullah’ın bu sözünü kocasına anlattı, kocası da; “Resulullah mizah etmiş, doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun?” dedi.[24]

Halid-i Kasrî’nin dedesi bir kadını öptü, o kadın da gelip onu Resulullah’a şikayet etti, o adamı çağırdıklarında o da o kadının sözünü teyit ederek şöyle dedi: “Eğer o kadın kısas yapmak istiyorsa (ben hazırım) kısas yapsın!” Resulullah (s.a.a) ve ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o adama; “Sakın bir daha bu işi yapma” buyurdular. O adam da; “Vallahi yapmayacağım” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun suçunu affetti.[25]

Resulullah (s.a.a) Suheyb’in hurma yediğini gördüğünde ona; “Gözün ağrı yaptığı halde hurma mı yiyorsun?” dedi. Suheyb cevaben; “Ya Resulellah! Ben onu bu tarafından çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor!” dedi. Onun bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) güldüler.[26]

Yunus-u Şeybani şöyle diyor: İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; “Birbirinizle mizah ve latife yapıyor musunuz?” diye sordu. Ben de; “Çok az” dedim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlakın nişanesidir, sen bununla kardeşini sevindirmiş olursun. Resulullah (s.a.a) de birini sevindirmek ve hoşnut etmek için onunla mizah ve lâtife yapardı.” [27]

İmamlar birçok hadislerde ise halkı şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta “Şaka küçük bir sövgüdür” buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma-sapan sözlerle olursa kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve lâtife yoluyla yapılmış olursa bunun sevabı bile vardır.   

 Resulullah (s.a.a)’in Ahlakı

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”[28]

Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:

“Allah’dan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi.”[29]

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) konuştuğunda bakışlarını ashabı arasında bölüyordu; ona buna (herkese) eşit olarak bakıyordu.” [30]

Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a), kesinlikle ayaklarını ashabının önünde uzatmazdı.” [31]

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba, sert, bağıran, sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok öven birisi değildi.” [32]

Yine İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) bir eve gittiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.” [33]

İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle diyor:

Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)’in adap ve ahlakını hadislerden derleyerek bir araya toplamışlardır; onlar şunlardır:

“Resulullah (s.a.a) herkesten daha hekim, daha halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine helal olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi idi; hiçbir dirhem ve dinar onun yanında kalmadı; eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allah’ın verdiği rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi; hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri kalanı Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi ona bağışta bulunurdu. Yerin üzerinde otururdu, yerin üzerinde yatardı, yerin üzerinde yemek yerdi; ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı; evin kapısını kendisi açardı; kendisi koyun sağardı; devenin sütünü sağmak için kendisi onun ayağını bağlardı; hizmetçisi el değirmenini çevirmekten yorulduğunda, onunla el değirmeni çevirirdi; abdest suyunu geceleri kendisi hazırlardı; sürekli başını aşağı eğip susardı; halkın huzurunda dayanarak oturmazdı; ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi; eti kendisi doğrardı; yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu; yemekten sonra parmaklarını yalardı; kesinlikle geğirmezdi; hür ve kölenin davetini kabul ederdi; bir yudum süt olsa bile hediyeyi kabul ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi; gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi.

Allah için sinirlenirdi, kendisi için sinirlenmezdi; açlıktan karnına taş bağlardı; evde her ne hazırlanırdıysa onu yerdi; hiçbir şeyi geri çevirmezdi; iki elbise (üst üste) giymezdi; Yemen malı aba, yünden olan geniş cüppe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi; elbiselerinin çoğu beyazdı; başına sarık sarardı; gömleği sağ taraftan giyerdi; Cuma günü için özel elbisesi vardı; yeni bir elbise giydiğinde eskisini fakirlere verirdi; bir abası vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu; sağ elinin küçük parmağına gümüş yüzüğü takardı; kavunu severdi; kötü kokulardan hoşlanmazdı; abdest alırken dişlerini misvakla temizlerdi; bir hayvana bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını da kendi arkasına alırdı; at, katır veya merkepten mümkün olan her ne varsa ona binerdi; merkebe eğersiz binerdi; (bazen) ayak yalın, abasız ve sarıksız yürürdü; cenazeleri teşyi ederdi; şehrin en uzak yerinde olsa bile hastanın ziyaretine giderdi; fakir ve yoksullarla beraber otururdu; onlarla yemek yerdi; kendi eliyle onlara yedirirdi; ilim ehli ve güzel ahlaklı kimselere ikramda bulunurdu; her kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini ısındırırdı; akrabalarına ihsan ederdi, Allah’ın emrettiği hususlar hariç onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi; kimseye zorluk çıkarmazdı; özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kur’an’ın nazil olduğu ve öğüt verme zamanı hariç sürekli tebessüm ederdi; kahkahasız da gülerdi; hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına dikilmezdi; kimseye sövmezdi; hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet etmezdi; kimseyi kınamazdı; ancak, “o işi terk et.” derdi; bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için kalkıp onlarla giderdi; sert ve katı kalpli değildi; çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi; kötüye, kötüyle karşılık vermezdi; ama bağışlayıp affederdi. Karşılaştığı herkese selam verirdi; kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidene kadar sabrederdi; bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında) o elini çekmedikçe, elini çekmezdi; bir müslümanla karşılaştığında musafaha ederdi; oturup kalktığında Allh’ın zikriyle kalkardı; namaz kılarken bir adam onun yanına geldiğinde namazını kısa keserek ona yönelip; “Bir ihtiyacın mı vardır?” diye sorardı; (yoksulların ona kolayca olaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil, sonunda (yani kapı önünde) otururdu; genellikle kıbleye doğru otururdu; onun yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen elbisesini bile onun altına sererdi; arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih ederdi; neşe ve gazap halinde hakkın dışında bir şey söylemezdi; av etinden yerdi, ama av avlamazdı…” [34]

__________________

[1] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 240.

[2] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 240.

[3] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 241-246.

[4] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 246-247.

[5] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248.

[6] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248-249.

[7] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 248-249.

[8] – Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin havlu veya mendille kurulanmamasının müstahap olduğu zikredilmiştir. (Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 251.)

[9] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 258, hadis: 43.

[10] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 264.

[11] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 260.

[12] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 269, hadis: 83

[13] – Mizan’ul- Hikme, c. 5, s. 354.

[14] – Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 243.

[15] – Kenz’ul- Ummal, hadis: 25346.

[16] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 270.

[17] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 271.

[18] – Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 59.

[19] – Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 58.

[20] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 259, hadis: 45.

[21] – Vâki / 35-36.

[22] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[23] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[24] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 294.

[25] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 295.

[26] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 296.

[27] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 298.

[28] – Kalem/4.

[29] – Kafi, c. 2, s. 671.

[30] – Kafi, c. 2, s. 671.

[31] – Âl-i İmran/159.

[32] – Mekarim’ul- Ahlak, c. 1, s. 45.

[33] – a.g.e. c. 1, s. 66.

[34] – Bihar’ul- Envar, c. 16, s. 226-228.