Nübüvvet-i Amme ve İmamet

0
Bazı sünni kardeşler “Şiilerin bir imamın varlığını ispat etmek hususunda niçin bu kadar ısrar ettiğini bilemiyoruz. Bu hususta o kadar ısrar ediyorlar ki ortalıkta bir imam görünmediği halde, “o gaibtir, ve gizli yaşamaktadır” diyorsunuz.
 Halbuki Hz. Peygamber (s.a.a) halka Allah’ın hükümlerini beyan etmiştir. O halde yaratılış aleminin bir imamın varlığına ne ihtiyacı vardır?” demekteler.     Bu soruya şöyle cevap vermek gerekir: Unutmayalım ki Nübüvvet-i amme’yi ispat eden ve hükümleri göndermeyi gerekli kılan delil bir hükümleri koruyacak bir imamın  varlığını da iktiza etmektedir. Daha fazla açıklık için ilk önce Nübüvvet-i amme’nin delilini özetle beyan edecek ve sonra da asıl konuyu değinmeye çalışacağız.Yerinde ispat edilmiş olan ve şu anda da özetle zikretmek istediğimiz önbilgiler üzerinde biraz dikkatlice düşünülecek olursa Nübüvvet-i amme mevzuu kolaylıkla açıklığa kavuşur:

1- İnsan özel yaratılışı gereği, tek başına yaşamını sürdüremez. Kendi türünden olan diğer insanların yardım ve işbirliğine ihtiyacı vardır. İnsan sosyal ve medeni bir varlık olarak yaratılmıştır, çıkar çatışmaları ise hayatın vazgeçilmez bir neticesidir. Zira toplumdaki fertlerden herbiri, zaten sınırlı olan maddi çıkarlardan azami istifade etmek ve önündeki engelleri ortadan kaldırmak ister. Halbuki diğerleri de bu hedefe ulaşmak istemekte ve neticede çıkarlar çatışarak diğerlerinin hakkına tecavüz durumu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple toplum idaresi için kanunun varlığı zaruret arzetmektedir; kanunun sayesinde bireylerin hakları korunmakta, zorbaların önü alınmakta ve ihtilaflar yok olmaktadır. Buna göre denilebilir ki: Kanunların varlığı insanlığın yararlandığı  en iyi hazinedir. Dolayısıyle denebilir ki, insanoğlu sosyal hayatı icabı kanunun varlığından istifade etmiş ve ona sürekli saygı göstermiştir.

2- İnsan kemale erme gücüyle donanmış ve fıtratı gereği kemal ve saadetine yönelmiştir. Sürekli çalışmalarının tümünde hakiki kemale erişmek dışında hiç bir maksad ve hedefi yoktur. Tüm fiil, hareket ve yorulmak bilmeyen ciddiyetleri o yüce hedef etrafında dönüp durmaktadır.

3- İnsan terakki ve tekamül yolunda olduğundan ve gerçek kemale fıtratı gereği eğilim gösterdiğinden bu hedefe ulaşması da elbette ki mümkün olmalıdır. Zira yaratılış düzeninde anlamsız hiçbir şey yoktur.

4- İnsanın cisim ve ruhun bileşiminden artık bilinen bir mevzudur. İnsan cisim yönünden maddidir; ama ruhu beden ile tam bir irtibatı olduğu ve onunla kemale erdiği halde mucerreddir.

5- İnsan ruh ve bedenden oluştuğu için ister istemez iki çeşit hayata da sahiptir. Birincisi bedeni ile ilgili olan dünyevi hayatıdır, diğeri ise ruhu ile ilgili olan manevi ve ruhî hayatıdır. Neticede bu iki hayatta da mutluluk ve mutsuzluğu olacaktır.

6- Beden ve ruh arasında sıkı bir ilişki ve birlik olduğu gibi dünyevi hayat ile ruhî hayat arasında da bir irtibat ve birlik vardır. Yani insanın bedenî faaliyet ve hareketleri ile dünyevi hayatının, onun ruhunda bir takım etkileri vardır. Nitekim ruhî sıfat, melekeler ve haletlerin de insanın eylemlerinde etkisi sözkonusudur.

7- İnsan tekamül yolunda olduğundan, tabiî ve fıtrî olarak kemale eğilim duyduğundan ve Allah’ın yaratılışı da boşuna olmadığından, o gayeye ulaşmak ve insanlığa ait kemalleri elde etmek için gerekli vesileler ile donanmış olmasıdır. Böylece insan o hedefe ulaşmak ve sapıklıklardan sakınmak için gerekeni teşhis edip yapabilir.

8- Beşer, tabiatı gereği bencil ve çıkarcıdır. Kendi maslahat ve menfaatleri dışında hiçbir şey düşünmez. O diğer insanları istismar etmek ve onların emeğini sömürmek ister.

9- Beşer sürekli gerçek kemallerinin peşinde olduğu ve o hakikati ararken tüm kapıları çaldığı halde onu teşhis etmekten acizdir. Zira insanın nefsânî istek ve meyilleriyle derunî duyguları, genelde hakikati teşhis etme ve insanlığın doğru yolunu, insanın amelî (edimsel) aklını karartmakta ve insanı sapıklık yönüne, zulüm ve şekavet vadilerine sevketmektedir.